İç Güvenlik
İç işlerinde yürütülecek politikaları birkaç başlığa ayırırsak, bunlardan ilki güvenlik güçleriyle alakalı olacaktır.
Gerekli kanuni düzenlemeleri yaparak polis, sahil güvenlik ve jandarma güçlerini tek çatı altında toplamak ve onlara “Ana Vatan Muhafızları” adını vermek doğru olacaktır.
Ancak bu sadece basit bir isim değişikliği değildir. Ana Vatan Muhafızları, ülkenin iç güvenliğini sağlamakta tek yetkili kurum olacak şekilde yetkileri ve kapsamı genişletilmelidir. Ülke içindeki her türlü kanun dışı mesele ve özellikle de terör, bu muhafızların birincil görev alanı olmalı, bunun yanında Ana Vatan Muhafızları yurt savunması için her türlü askerî donanıma da sahip olmalıdır.
Türk silahlı kuvvetleri ise “yurt dışı tehditlere karşı operasyon yürütmek üzerine” yeniden doktrine edilmelidir.
Ana Vatan Muhafızları şehir, kır ve sahil muhafızları olarak üç ana kolda teşkilatlanmalı, özellikle de terör ve yurt savunması yetkilerine dayanarak ağır şekilde silahlandırılmalıdır.
Peki, neden eski düzen bu şekilde yenilenmeye ihtiyaç duyuyor?
Kısaca açıklayalım: Türkiye artık küçük bir ülke değildir. Yıllardan beri büyüyor ve gelecekte daha da büyüyecek. Büyümeye ve güçlenmeye hızla devam edecek. Türkiye büyüyüp güçlendikçe tarihsel bağı bulunan ülkelerle de etkileşime girecek ve nüfuz alanı genişleyecektir.
Bu satırlar yazılırken Türkiye’nin yurt dışında birçok askerî üssü vardır ve Türkiye birçok ülkenin üzerinde söz sahibi durumdadır. Bu durum gelecekte daha da artacak, Türk Silahlı Kuvvetleri ülkemizin menfaatlerini yurt dışında çok yoğun bir şekilde korumaya odaklanacaktır. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yurt dışındaki askerî tehditlere karşı küresel ölçekte mevzilenmesi ve yurt içini de Ana Vatan Muhafızları’nın savunması, hem birimlerimize kolaylık sağlayacak hem de daha etkili bir şekilde kendi alanlarında çalışmalarına fırsat verecektir. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yeniden doktrine edilecek durumunu askerî politikalar bölümünde detaylandıracağız.
Vatandaşlık
İç işleri politikalarımızın bir diğer başlığı vatandaşlık politikasıdır.
Vatandaşlık konusundaki sorunları şöyle sıralayabiliriz:
Maalesef Türkiye son yıllarda çok yoğun bir şekilde dış göç almıştır. Bu satırlar yazılırken ülkemizde neredeyse 10 milyon mülteci yaşamaktadır ve bu rakam hızla artmaktadır.
Türkiye’de yaşayıp da Türk devletini benimsemeyen, Türk çıkarlarını savunmayan, Türklere düşman tavırlarda bulunan malum güruhlar vardır. Bunların da etkisi ve sayısı giderek artmaktadır.
Türkiye büyüdükçe ve güçlendikçe ülkemize binlerce nitelikli kişi beyin göçü yapacak ve ülkemize çeşitli sebeplerle gelen yabancıların sayısı artacaktır.
Türkiye askerî ve siyasi olarak hâkim olduğu toprakları genişletmektedir. Bu sebeple, Türk olmayan ve Türk topraklarında doğmayan insanlar, devletimizin hâkimiyetine girmektedir.
Bütün bu gelişmeler ışığında bize yeni bir vatandaşlık tanımı ve yeni bir vatandaşlık sisteminin gerekmekte olduğunu görüyoruz. Yapmamız gereken şey “asli vatandaşlık” ve “sözleşmeli vatandaşlık” isimleri altında yeni bir sisteme geçmektir. Ülkemize sonradan gelenler, doğrudan vatandaş olmak yerine sözleşmeli vatandaşlık sınıfına konulmalı, aynı şekilde Türk devletini benimsemeyen ve Türklüğün aleyhinde işler yapma potansiyelindeki malum güruhlar da sözleşmeli vatandaşlık sınıfına alınmalıdır.
Peki, nedir bu sözleşmeli vatandaşlık?
Kişilerin özel olarak belirlenen yerlerde, özel olarak belirlenen kurallara göre özel olarak belirlenecek şekilde yaşamayı kabul etmeleri şartıyla edindikleri vatandaşlık biçimidir. Bu kişiler devlete biat edeceklerine ve Türklüğün aleyhinde davranışlarda bulunmayacaklarına dair güvence verirler, bu şartları kabul ettiklerine dair sözleşme imzalarlar. Bu şartları yerine getirirlerse ülkemizde vatandaş olarak yaşayabilirler. Sözleşme bozulursa vatandaşlık da bozulur.
Bu sistem sayesinde hem Türkiye’nin asli unsuru olmayan grupların doğrudan vatandaş olup vatandaşlık haklarını ihlal etmelerine engel olunacak hem de bu güruhlar kontrol altında tutulmuş olacaktır. Bu yeni sistem ayrıca büyüyen ve içine farklı unsurları alan Türkiye için doğal bir merkez ve çevre sistemi oluşturacak ve Türkiye’nin büyüyüp gelişmesini daha da kolaylaştıracaktır. Asli vatandaşların bu konudaki giderek artan kaygılarını da ortadan kaldıracaktır.
Eğer Türkiye olarak büyümek, güçlenmek ve imparatorluk döneminde olduğu gibi temellerimizi tahta kurdu gibi yiyen, yasal haklarının ardına sığınıp her türlü zararı veren şahısları engellemek istiyorsak, böyle bir ödül ve ceza sistemi kurmak zorunayız. Ayrıca bu sistem hakkıyla çalışıp, insanca yaşamak isteyen ve hiçbir zararlı davranışta bulunmayan normal insanlara da bir fırsat sunacaktır. Devlet, bu sözüne sadık kişilerin en iyi ve en huzurlu şekilde yaşaması için elinden geleni yapacaktır. Bu tür masum kişiler, böylece suistimal malzemesi yapılmaktan da kurtulacak ve rahatça yaşamlarını sürdüreceklerdir.
Tedbir
İç işlerinde yürütülecek bir diğer politika ise bilimi ve üstün teknolojiyi kullanarak Türkiye’nin başına gelebilecek her türlü doğal afete karşı tüm tedbirleri eksiksiz olarak almaktır. Deprem anında binaların çökmemesi, çöken binalarda insanların ölmemesi ve enkaz altında kalan vatandaşların en kısa sürede kurtarılması için her türlü tedbiri önceden almalıyız ve bu durumlara hazır olmalıyız.
Bugün arama kurtarma faaliyetlerinde kullanılan teknolojiler hâlen yetersizdir. Zor durumdaki insanlarımızın saatler veya günler içerisinde değil, dakikalar içerisinde tespit edilebilmesi için yeni teknolojiler kullanmamız şarttır.
Bugün enkaz altında kalan vatandaşlarımıza hâlen “ses” ile ulaşmaya çalışıyoruz. Oysa enkaz altında kalan vatandaşların çoğunun bilinci kapalı olduğu için ses çıkaracak veya sese tepki verecek durumda olmazlar. Dakikaların bile önem kazandığı böyle durumlarda şehirlerimizi havadan üç boyutlu olarak tarayıp vatandaşlarımızın konumunu anında tespit edecek sistemler geliştirmek zorundayız. Ayrıca yıkıntı temizleme teknolojilerimiz de hâlen yeterli değil. Yeni ve daha hızlı teknolojileri geliştirmemizin yanı sıra, dışarıda kalan insanların en hızlı şekilde organize olup işe başlamasını sağlayacak teknolojilere de sahip olmamız gerekiyor. İletişim teknolojilerinde problem yaşamamak, insanların acil gıda ihtiyaçlarını gidermek, her bölgeye gerekli personeli ve araçları anında hava yolu ile taşımak, on binlerce insanın kalabileceği geçici konakları çok hızlı ve portatif şekilde kurabilmek, bütün teknolojiyi ve ekipleri organize etmek için önceden hazırlanıp yurt çapında kitlesel tatbikatlar yapmalıyız.
Sadece deprem değil; sel, heyelan, çığ, fırtına, yangın, tsunami gibi doğal afetlere karşı da tedbirli olmalıyız. Bugün tarihi kayıtlarımıza baktığımızda daha önce İstanbul’un Marmara kıyılarında ve Ege’de tsunami felaketleri olduğunu görüyoruz. Özellikle de depremlerin tetiklediği bu tsunamiler geçmişte çok can yakmıştır. Peki, bugün tsunamilere karşı bir tek tedbirimiz var mı? Yok. Neden? Çünkü Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra hiç tsunami yaşamamışız. Peki, bu gelecekte yaşamayacağımız anlamına mı geliyor?
Bizler sık sık olan doğal felaketlere karşı tedbir alıp nadiren olan felaketleri es mi geçeceğiz? Ayrıca sık sık karşılaştığımız felaketlere karşı da yeterli tedbir almıyoruz. Çığ felaketi olduğu zaman hâlen demir çubuklarla, el yöntemi ile kayıp vatandaşlarımızı tespit etmeye çalışıyor, yine el yöntemi ile onları kazıp kurtarmaya çalışıyoruz. Deprem konusunda da belirttiğimiz gibi çok hızlı bir şekilde tarama, tespit ve kazı teknolojileri geliştirmemiz gerekiyor. Kurtarma ekiplerimizin elinde, vatandaşlarımızın bulunduğu noktaları anında üç boyutlu tarama teknolojileri ile tespit edecek ve onlara en kısa yoldan ulaşacak insansız teknolojiler olmalıdır.
En fazla canımızı yakan afetler listemizin başında yangınlar da geliyor.
Bugünkü teknolojiye göre yangınla nasıl mücadele ediyoruz? Örneğin bir orman yangınını ele alalım. Uçaklar ve helikopterler yakın bir alandan su alıp, yangın bölgesinin üzerine boşaltıyorlar. Ancak bir uçağın ve bir helikopterin suyu alıp gelip yanan bölgeye boşaltacağı süre içerisinde, söz konusu yangında söndürülen alanın katbekatı zaten yanmış oluyor. Yapmamız gereken şey yangın tehlikesi bulunan ormanlık alanlarımızın tamamına, yangınları daha çıkış anında tespit edecek özel sensör sistemleri kurmak ve yangınlar henüz çok küçücük bir noktadayken gerekirse otomatik olarak uzaktan müdahale ederek yangınları bitirmektir.
Başımıza gelen ve gelme ihtimali olan her türlü soruna karşı teknoloji ile tedbir almak mümkündür. Bu pahalı bir yöntem de değildir. Aksine bir teknolojiyi hayata geçirmek, daha sonra bir doğal felaket anında bizi akıl almaz boyutlardaki zararlardan kurtaracaktır. Her işte temel felsefemiz bu olmalıdır.