ADALET POLİTİKALARI

Türkiye’de adaleti sağlamak için evvela adaletsizliğin ve suçun bir analizini yapmak gerekiyor.

Türkiye’de en fazla işlenen suçlara bakıp bunların sebeplerine inelim ve nasıl çözüleceğine odaklanalım.

Birinci sırada hırsızlık, dolandırıcılık, yağma ve para kaynaklı suçlar geliyor.

İkinci sırada kavga, yaralama, öldürme gibi kişinin kendisine yönelen suçlar var.

Üçüncü sırada ise devleti bölmek ve parçalamak isteyen kişilerin terör suçları var.

Öncelikle para kaynaklı suçları ele alalım.

Türkiye’de hırsızlık, dolandırıcılık yapan, para kaynaklı suça karışanların büyük çoğunluğu maddi olarak yetersiz kimseler. Ancak en fazla “miktarda” para çalanlar maddi durumu yeterli olan kimseler.

Yani bir tane zenginin çaldığı para, bin tane fakirin çaldığı paradan daha fazla.

Bu insanların psikolojileri analiz edildiği zaman ortaya iki tip insan çıkıyor. Bunlardan birincisi, gerçekten zor durumda kaldığı için ve hayatın getirdiği çaresizlikler yüzünden para kaynaklı suçlar işliyor. Diğerleri ise kanun dışı para edinme yollarını bir meslek, bir hobi, bir kazanç şekli ve “doğal” olarak görüyor. Yani kanuni yollarla para kazanmakla kanun dışı para kazanmak arasında hiçbir fark görmüyorlar. Kanun dışı para kazanmak daha kolay olduğu için direkt bu yolu seçiyorlar.

Burada sormamız gereken soru şu, bir insan neden kanuni yollarla kanun dışı yolları eşit görür?

İnsanların suç işlemesini önleyen şeyler, ahlak ve değer yargılarıdır. Bu bakış açısı eğer kişiye ailesi tarafından, eğitim kurumlarından veya çevresi tarafından verilmemişse kişi bu ahlaktan tamamen bağımsız olarak yaşar. Hatta ilerleyen süreçlerde bu ahlakla ve değer yargıları ile tanıştığı zaman bunları komik ve gereksiz bulur. Kanunlara uyan, ahlaklı davranan kişileri ise “saf” olarak görür.

İstatistiklere göre ahlak ve değer yargısı olmayan kişilerin, yaklaşık dörtte birinde, beyin ve gen yapısı buna uygun olmadığı için problem çıkıyor. Yani siz bu insana ne kadar eğitim verirseniz verin, ne kadar güzel bir çevrede yetiştirirseniz yetiştirin, beyinlerindeki empati bölümü gelişmemiş vaziyette. Bu yüzden, asla karşı tarafı da düşünerek karar veremezler; tamamen bencil düşünürler.

İki aç insanın önüne bir tabak yemek koysanız, beyninde empati bölümü çalışan insan doğrudan bu yemeği paylaşmayı düşünür çünkü kendisi aç ve diğerinin açlığını da kendisininki gibi hisseder.

Empati yeteneği olmayan kişi ise diğerinin ne hissettiğini aklına bile getirmez ve düşündüğü tek şey o tabağa sahip olmaktır. 

Hatta diğer kişi tabağa elini uzatırsa, ona zarar vermeyi düşünür.

Sadece empati durumu burada tek başına etkili değil. Kişinin beyninde eğer öfkeye sebep olan hormonlar fazla salgılanıyorsa kişi en ufak bir şeye sinirlenebilir, bunu problem hâline getirebilir ve çevresine bu sebeple zarar verebilir. O anda beyninde meydana gelen nörokimyasalların etkisine göre davranır. Esasında herkes beyninde meydana gelen nörokimyasallar etkisi ile hareket eder. Mesela sevdiğiniz birine sarıldığınız zaman sizi mutlu eden şey beyindeki oksitosin ve endorfin hormonlarıdır.

Bütün sevinçleriniz, hüzünleriniz, duygularınız aslında beyindeki kimyasallardan kaynaklıdır.

Ancak bu kimyasallarda bir dengesizlik ve bozukluk olursa siz öfkeli, şiddete meyilli, anlayışsız, memnuniyetsiz biri oluverirsiniz.

Bu saydıklarımız birer hastalık. Bunların tedavisini Sağlık Bakanlığı yapacak.

Diğer yandan, beyninde bir problem olmayan büyük bir çoğunluk ise suça meyilli davranışlarının tamamını eğitim ve çevre ile ediniyor. Yani bu insanları en başta güzel bir aile ve çevre ortamında eğitseydiniz, bu kötü davranışları yapmayacaklardı. Bu kişilerin karakteri tamamen etki ve tepki üzerine oluşmuş.

Kötü bir aile veya kötü bir çevre bu insanları kötü biri hâline getirmiş.

Suçluları cezalandırmak ve yaptıkları şeyin bedelini ödetmek kolaydır. Dünyadaki tüm devletler hemen hemen bunu yaparlar ancak bu insanlar, yaptıkları şeyleri yapmak istedikleri için yaptılar. 

Onlara göre bunlar, o anda yapılması gereken şeylerdi ve yaptılar. Evet, belki bazıları sonradan pişman oluyorlar belki o suçu istemeye istemeye yapıyorlar ancak o suç işlenirken bunu yapıyorlar çünkü kendilerini bunu yapmaya mecbur hissediyorlar.

Eğer ortada bir kaza ve yanlış anlaşılma yoksa suç işleyen herkes, içinden memnun olsun veya olmasın, bunu bilerek yapıyor.

Biz eğer ülke çapında çok kaliteli bir eğitim sistemi kurarsak, aile yapılarını düzenlersek ve insanların yaşadıkları çevreyi uygun hâle getirirsek, suçlar tıpkı suç işlemeyen normal insanlarda olduğu gibi hiçbir caydırıcılık olmadan minimum %75 oranında ortadan kalkacaktır.

Eğitimle işin çoğunu ve ilk kısmını halledebiliriz. Tedavi ile de işin kronik kısmını minimum seviyeye indirebiliriz.

Geriye tek bir durum kalıyor: Caydırma.

Biraz önce ahlak ve değer yargılarından bahsetmiştik. Bu değer yargıları, temelde iki ana sütun üzerine kuruludur. Bunlardan birincisi, bir insanın iyi bir insan olduğu için kötülük yapmamasıdır. İkincisi ise bir insanın, başına kötü bir şey gelmemesi için kötülük yapmamasıdır.

Bu mesele, örneğin dinlerde de böyledir. Bir insan günaha girmiyorsa sadece iki ana sebebi vardır. Birincisi iyi bir insan olduğu için günaha girmiyordur. İkincisi de eğer günah işlerse her şeyi gören yaratıcı onu cezalandıracağı için günaha girmiyordur.

Buradaki ceza kavramının getirdiği caydırıcılık, insanları kötülükten ve kanun dışı işlerden uzak tutan en önemli konulardan biridir.

Gönül ister ki herkes iyi bir insan olduğu için iyi davransın. Ancak insanoğlu biraz da korktuğu için bir şeylerden uzak durur ve biz adalet politikalarında bunu en iyi şekilde kullanmalıyız.

Yarın ülke çapında bir anons yapılsa ve denilse ki “Yarın sokaklarda hiçbir polis olmayacak ve hiçbir suç kayda geçmeyecek.”

Ne olurdu?

Cevabı biliyorsunuz, bugün sakin sakin işine gidip gelen insanlar bir anda hırsızlığa, cinayete yönelir ve aklın alabileceği her türlü suçu işlemeye başlardı.

Neden? Çünkü esasında onların içinde bir suç potansiyeli var ancak onların bastırılmasını sağlayan şey, polis ve ceza korkusu.

Bugün din insanları çıkıp da “Aslında cehennem yok,” dese ne olur?

İnanan kişiler sırf iyi insan oldukları için iyilik yapmaya devam ederler mi? Bazıları evet ancak büyük bir çoğunluğu dibine kadar günaha batar çünkü bir cezası, bir karşılığı, bir caydırıcılığı yok.

İnsanların çoğu cehennemden korktuğu için günahtan uzak dururlar; iyi insanlar olduğu için değil.

Bugün günümüzdeki hapishaneler bu caydırıcılık kavramını yaratmak için kullanılmaktadır.

Ancak yeterli mi?

Hayır. Elbette bir insanın özgürlüğünü kısıtlamak çok büyük bir caydırıcılıktır ancak bugün hapishanelerde insana rahatça yatacağı bir yatak, karnını doyuracağı üç öğün yemek, ihtiyaçlarını gidermesi için lavabo ve banyo veriliyor, hem de tamamen ücretsiz.

Bugün birçok insan, günde üç öğün yemek yiyebilmek için iğrenç derecede pis ortamlarda sabahtan akşama kadar çalışıyor ancak hapishanede bunu yattığınız yerden bedavaya alıyorsunuz.

Sırf bu sebeple binlerce suçlu, sırf kalacak bir yer ve yiyecek yemek bulmak için suç işleyip hapishanelere giriyor. Bunlara hapishanelerde “mevsimlik” lakabı takılıyor.

Evet! Hemen hemen her hapishane koğuşunda bedava yemek ve bedava kalacak bir yer için hapishaneye giren insanlar vardır yani bunu bir ödül olarak görüyorlar.

Bu en büyük birinci sorun.

İkinci sorun ise şu: Her ne suç işlerseniz işleyin, cezanız aynı oluyor. Yani bir çocuğun canı tatlı çekse ve gidip bir tatlıcıdan tatlı alıp kaçsa cezası belirli bir yere kapatılıp dışarıya çıkmasını yasaklamakken biri çıkıp çocuklara tecavüz etse, insanları öldürse, işkence yapsa, hatta terör örgütü kurup binlerce insanı öldürse bile onun cezası da belirli bir yere kapatılıp dışarıya çıkışının yasaklanması oluyor.

Bunu akıl alır mı?

Yani her ne suç işlerseniz işleyin cezanız aynı, sadece süresi farklı.

Hatta bazen birbirinden bambaşka ağırlıkta suçlar işleseniz bile hem ceza hem de süresi aynı oluyor.

Bu sisteme göre 2 kişiyi öldürmekle 200 bin kişiyi öldürmenin cezası tamamen aynı. Belirli bir yerde ömür boyu kapalı kalma.

Hadi, müebbet cezasının mantıksızlığını bir kenara bırakalım. Nasıl oluyor da aklınıza gelebilecek, işlenebilecek bütün suçların cezası aynı oluyor?

Bunun caydırıcılığı bir yana, bu adaletli midir?

Elbette hayır. Bu ceza birçok suçlu için ödül olarak görülüyor. Ödül olarak görmeyenler de bu suçun cezasını bile bile bu suçu işliyor çünkü caydırıcılığı çok düşük. İnsanlar, bu cezayı göze alarak suç işliyor.

Yapmamız gereken iş evvela eğitimi ve aile yapısını hassasiyetle düzenlemek, beyin kaynaklı suça eğilimleri tespit edip önceden tedavi etmek ve üçüncü aşamada ise caydırıcı ceza sistemini yeniden oluşturmak.

Bu üçünü yaptığımız zaman işlenen suçları minimum seviyeye indirmemiz mümkün olacaktır.

Ayrıca, caydırıcı yeni cezalar ortaya koyarken diğer yandan da devletin hapishane sistemine harcadığı masrafları ve halkın suçlardan gördüğü zararları bir şekilde geriye almayı düşünmeliyiz.

Örneğin, bir kişi birinin malına zarar verdi diyelim. O suçluyu, o malın değerinin yerine konması için en verimli şekilde kullanmamız gerekiyor. Bu bazen malına el koymak olabilir, bazen direkt beden gücüyle çeşitli işlerde çalıştırmak olabilir veya yeni gelişen teknoloji ile onun beyin veya bedenini kullanmak olabilir.

Örneğin bir insan, birinin 50 bin liralık malını çaldı diyelim.

Bu insanı 4-5 sene hapiste tutmak, o 50 bin lirayı geri getirmeyeceği gibi bir de devlete ekstra 50 bin liralık bakım masrafı getirecektir. Yani bu insana hiç ceza vermesek ve serbest bıraksak bile devlet 50 bin lira harcamadan kurtulmuş olur. Mantıksızlığa bakın.

Bunun yerine o insanı “masraflar hariç” 50 bin liralık para kazandıracak “zorunlu” bir işe sokmak daha faydalı olacaktır. Devlet, mağdur olanın mağduriyetini giderir, ayrıca bu suçlu kişi 75 bin lira kazanana kadar zorunlu çalıştırılır. 50 veya enflasyona göre 60 bin liralık ödeme, mağdur kişiye yapılır, geri kalanı ise devlete kalır.

Bu çalıştırma işi, hem mağdur kişinin mağduriyetini giderir hem suçlunun kendi masrafını ortadan kaldırır hem devlete iş gücü sağlar hem de devlet bu işten masrafsız, hatta kârlı çıkmış olur.

Ayrıca bir hırsız için 4 yıl boyunca yiyip içip yatmak yerine elini uzattığı paradan daha fazlasını “zorla” çalıştırıp ondan almak ve bunca yıl emek vermek çok daha etkili bir caydırıcılık sağlayacaktır.

Bu sistem kusursuz mu olacaktır? Elbette hayır. Örneğin bir suçlu ömür boyu çalışsa bile ödeyemeyeceği bir parasal zarara sebep oldu ise ne olacak? Çalışma cezası bunu karşılar mı? Hayır, ancak en azından hapishanede yiyip içip yatmasından “daha az zararlı” olacaktır. Ayrıca suçun boyutuna göre cezayı çalıştırma cezasından alıp farklı cezalara da yöneltebiliriz.

Burada esas mesele caydırıcılık ve ülkenin aldığı zararı minimum seviyeye indirmektir. 

Diğer yandan telafi edilemeyecek suçlar da vardır.

Örneğin bir suçlu, birini yaraladığı, öldürdüğü veya tecavüz ettiği zaman bunun karşı tarafa verdiği zararı karşılamak mümkün değildir.

Bedeli ödenemeyecek suçlar için yapılması gereken şey suçluları hapishanede yedirip, içirip yatırmak değil, suçun bedelini ödenebileceği kadar ödetmektir.

Peki, bu konuda nasıl cezalar verilebilir?

Mesela, bir suçlu bir insanı yaraladı diyelim. Birincisi, öldüğünde organlarını istese de istemese de bağışlayacak. Öldüğü zaman gömülme hakkı elinden alınacak. Organları, organ yetmezliği çeken hastalara ulaştırılacak. Eğer ihtiyaç yoksa bile tıp fakültelerindeki öğrenciler için deney malzemesi yapılacak.

İkincisi, henüz yaşarken vücudunun yenileyebileceği bölgelerden zorunlu bağışlar yapacak.

Belirli aralıklarla devlet bu şahıstan, zorla kan bağışı, ilik bağışı, doku bağışı alacak. Bu zorunlu bağışlar, hastanelere gönderilecek ve ihtiyacı olan insanlar için kullanılacak.

Üçüncüsü, bu kişi yaşattığı acının birkaç katını, en az birkaç kere yaşayacak.

Bugün teknoloji bize, beynin ve sinir sisteminin acı merkezlerini dilediğimiz gibi uyarma imkânı sağlıyor.

Birinin bacağını mı bıçakladınız? Beyninizde o bıçağın sizin bacağınıza girdiği anı defalarca yaşayacaksınız. O acıyı ve çaresizliği katbekat siz de yaşayacaksınız. Birine acı vermenin ne demek olduğunu göreceksiniz. Daha sonra sanal gerçeklik içinde özel ilaçlarla birlikte tamamen gerçek olarak algılayacağınız görüntülerle aynı olayın sizin ve en sevdiklerinizin başına geldiğini görecek, bunun acısını sonuna kadar yaşayacaksınız. Daha sonra uyandırılacaksınız, kendi yaptığınızı hatırlayacaksınız ve yaptığınız suçun karşılığını tamamen aldığınıza emin olacaksınız. Bunun vicdan azabını isteseniz de istemeseniz de yaşayacaksınız.

Bu kadarla sınırlı değil. Bütün bu süreçler içinde zorunlu çalışma cezası çekeceksiniz ve zarar verdiğiniz kişiye veya yakınlarına sağlayabildiğiniz kadar çok fayda sağlayacaksınız.

Şimdi düşünün bakalım. Bu yöntem mi daha caydırıcı yoksa bir alana kapatıp bedava yemek vermek mi?

Başka birisine şu veya bu sebeple zarar verecek olsanız, bu iki yoldan hangisini düşünmek sizi bu suçu işleme düşüncesinden tamamen uzaklaştırır?

Hangisi daha adaletli?

Bir hâkim olsanız ve sevdiğiniz birinin başına kötü bir olay gelse; yaralansa, öldürülse veya başka bir kötü olay olsa, bu iki yoldan hangisine hüküm verirsiniz?

Yapmamız gereken şey, her bir suç için ayrı ayrı adaletli cezalar oluşturmak ve bunu yaparken suçluların yarattığı zararı en az seviyeye çekmektir.

Zaten kaliteli bir eğitimle ve psikolojik ve tıbbi terapilerle, suçun çoğunu ortadan kaldırdıktan sonra kalan küçük bir kısım için böyle bir caydırıcı sistem kurmak, sorunu çözecek ve adaleti mümkün olduğunca sağlayacaktır. En azından şimdiki sistemden kat kat daha iyi olacaktır.