MİLLİ KAYNAKLAR POLİTİKALARI

Bir ülkenin en önemli kaynağı hiç şüphesiz ki enerjidir çünkü enerji olmadan diğer kaynakları kullanmanız ve işleminiz mümkün değildir. Enerji, bütün maden kaynaklarının işletilmesi ve bütün bir endüstrinin ayakta durması için gerekli olan gücü bize sağlar.

Bugün Türk milleti olarak enerji ihtiyacımızı barajlardan, güneş panellerinden, rüzgârgüllerinden ve termik santrallerden sağlıyoruz. Ancak bunlar bizim için yeterli ve sağlıklı teknolojiler değildir. Barajlarımız ve hidroelektrik santrallerimiz, doğal yaşam alanlarına zarar vermekte ve akışkan hâlde olması gereken suyu bekleterek oksijen yapısını bozmaktadır. Ayrıca maliyet problemi de vardır. Bir hidroelektrik santraline yapılan yatırımın kendi kurulum masrafını karşılaması yıllar sürmektedir. Aynı şekilde, örneğin devasa bir güneş paneli tarlası kurmak isterdiniz diyelim. Bu güneş paneli tarlasını kurmak için ödediğiniz bedeli 5 yıldan önce geri kazanamazsınız.

Yani biz enerji üretmek için ortaya koyduğumuz meblağı, 5 sene boyunca geri alamıyoruz ve ancak bu sürenin sonunda bizim için kâr getirmeye başlıyor.

Meseleyi sadece kâr odaklı da görmemek lazım. Şu an elimizde bulunan enerji üretim yöntemleri sürdürülebilir enerji yöntemleri değildir. Sürdürülebilir ve yenilenebilir enerji denildiğinde insanların aklına güneş panelleri ve rüzgârgülleri geliyor ancak şu an Türkiye için rüzgârgülleri ve güneş panelleri bile sürdürülebilir enerji kaynakları değildir. Neden? Sebebi çok basit, nasıl ki bir kömürü bir yerlerden alıp, daha sonra termik santrallerde elektrik üretiyorsak, güneş panelinin ve rüzgârgüllerini de yurt dışından alıp burada birleştirip öyle kullanıyoruz. Yani fosil kaynaklarına dayalı enerji nasıl ki yerin altından gelen kısıtlı bir ham maddeye sahipse sözde yenilenebilir enerji kaynaklarımızın kendileri de yurt dışından gelen, bizim için kısıtlı kaynaklardan ibarettir.

Yapmamız gereken şey, hiçbir şekilde yurt dışına muhtaç olmadan ve hiçbir suretle doğamıza ve çevremize zarar verecek fosil yakıtlarına bağlı kalmadan son derece yüksek boyutlarda temiz ve gerçek sürdürülebilir enerji üretmektir.

Bunun birkaç tane yolu var.

Kitap boyunca sürekli olarak teknolojinin doruk noktalarından örnekler verdiğimiz gibi bu konuda da gelecekte kullanılması muhtemel olan uç teknolojilerden bahsedeceğiz. Buradaki amacımız okuyucularımıza gelecekten haber vermek değil, zaten geleceği belli olan bu geleceğe Türk milletinin en iyi şekilde hazırlık yapmasını sağlamaktır.

Bizler neden bir teknoloji başka ülkeler tarafından kullanılıp eskitildikten sonra onu alıyoruz ki?

Neden o teknolojileri ilk olarak yapan ve kullanan biz olmuyoruz?

Unutmayın, bir teknolojiyi ilk üreten ve ilk kullananlar daima o işten en kârlı çıkanlardır. Bahsedeceğimiz teknolojileri millet olarak benimsemeli ve bu teknolojilerin Türkiye’de hayata geçirilmesi için elimizden gelen her türlü fedakârlığı yapmalıyız.

Geleceğin en önemli teknolojisi füzyon reaktörleridir.

Bu füzyon reaktörleri nedir? Hemen açıklayalım: Bugün dünyanın birçok yerinde nükleer reaktörler vardır ve bu nükleer reaktörler, nükleer maddelerin içerisindeki enerjiyi serbest bırakarak enerji üretirler. Aynı şekilde bu nükleer maddelerin içerisindeki enerji, savaş alanında atom bombaları olarak da kullanılmaktadır. Bu konuda biraz olsun okuma ve araştırma yapmış olan her insan bilir ki nükleer bombalarla hidrojen bombaları arasında on binlerce katlık bir tahrip gücü farkı vardır.

Bir hidrojen bombası, bir nükleer bombadan binlerce hatta on binlerce kat daha yüksek enerji içerir ve daha büyük bir patlama sağlar. Aynı şekilde işin enerji kullanımında da oranlar yakındır.

Bir tek füzyon reaktörü eğer tam kapsamlı olarak yapılıp çalıştırılabilirse, yüzlerce hatta binlerce nükleer reaktörden daha fazla enerji üretebilecektir. Üstelik işin güzel yanı şu ki bir füzyon reaktörünün enerji üretmesi için klasik nükleer maddelere ihtiyacı yoktur. İhtiyacı olan tek şey, suyun içerisinde bulunan “hidrojen” atomudur.

Evet, bir bardak su kullanarak bir füzyon reaktöründe enerji üretirsek, milyarlarca bardak su dolu bir barajın ürettiği elektrikten çok daha fazlasını üretebiliriz. Günümüzdeki diğer enerji üretim sistemlerinin tamamından daha az yer kullanarak daha az masrafla, daha fazla enerji üretmek bu teknoloji ile mümkün olacaktır. Hatta bu enerji üretme yöntemi o kadar verimlidir ki şu an dünya üzerinde bulunan hiçbir enerji üretim yöntemi, verimlilik ve kârlılık açısından füzyon reaktörlerinin yanına bile yaklaşamaz.

Füzyon reaktörleri gibi aşırı derecede yüksek enerji üretim kapasitesine sahip birkaç yöntem daha vardır ancak bunları burada açıklamayacağız ve gelecekte olası krizler anında bunları füzyon reaktörlerine alternatif olarak kullanacağız.

İşin enerji kısmını hallettikten sonra bize lazım olan diğer kaynakların elde edilmesi ve işlenmesi konusuna geçebiliriz.

Bugün madencilik, dünyanın en zor ve en pahalı işlerinden bir tanesidir. Maden konusundaki en büyük problem ve en büyük masraf, bir madenin tespit edilmesi sürecinde ortaya çıkar. Örneğin bir dağda “mermer” madeni olup olmadığını ve bölgenin rezerv büyüklüğünü anlamak için aylarca hatta yıllarca süren sondaj çalışmaları yapmalı ve bu çalışmalara büyük meblağlar harcamalısınız. Uzun süren tespit çalışmalarının sonucunda tespit için yaptığınız harcamaları da işin içerisine katarak madenin kâr getirecek kadar büyük ve değerli olduğu kanısına ulaşırsanız, işletmeye başlayabilirsiniz.

Günümüzde madenlerin çıkarılması ve işlenmesi konusunda çok büyük problemler yoktur ancak yine de yapay zekâya bağlı insansız sistemlerin bu konuya da el atması gerekiyor. Bizler prensip olarak yerin yüzlerce metre altında büyük risk barındıran bölgelerde insanların çalışmasını doğru bulmuyoruz. Ayrıca insanların da makinelerden daha güçlü olmadığını ve daha kapsamlı çalışamayacaklarını da biliyoruz.

İnsanlar yorulur ve belirli kapasiteleri vardır. Oysa gelişmiş robotlar yorulmazlar ve tek başına onlarca insanın yaptığı işi yapabilirler. Bizler gelecek için tamamen insansız robotik maden işletmeleri tasarlamalı ve bunları hayata geçirmeliyiz. Biraz önce bahsettiğimiz maden tespiti konusunda da özel teknolojiler geliştirmeli ve maden tespitlerinin masraflarını minimum düzeye indirmeliyiz.

Bugün insanoğlu olarak milyonlarca ışık yılı uzaklıktan gelen ışıkları analiz ederek bu ışığın geldiği yıldızın içerisindeki atomların çeşitlerini dahi tespit edip analiz edecek teknolojiye sahibiz. Ancak maalesef önümüzde duran bir dağın içerisinde hangi madenden ne kadar olduğunu sondaj yapıp dağın içine girmeden tespit edemiyoruz.

Derhâl üç boyutlu tarama teknolojilerine yatırımlar yapmalı ve bu konuyu halletmeliyiz. Bu maden tespit ve analiz sistemlerimizi de yapay zekâya entegre edip daha hızlı ve daha etkili sonuçlar elde etmeliyiz. İnsanlar, devasa coğrafyaları tarayan tespit sistemlerinden kesintisiz biçimde akacak olan devasa bilgi yığınını işleyebilecek kapasitede değildir. Bunun için binlerce insan çalıştırsanız bile daima gözden kaçacak noktalar olacaktır. Bu sebeple, bu veri analiz işini tamamen yapay zekâya bırakmalıyız. Yapay zekâ, ülkemizdeki ve dünyanın diğer noktalarındaki madenleri tespit edip bunların çıkartılması için gerekli olan tesislerin planlarını saniyeler içinde çizip ortaya çıkacak olan madenin verimliliğini ve kârlılığını hesap edip işe başlamalıdır.

Bu tespit ve işleme sistemini geliştirebilirsek, dünyanın en büyük madencilik ağına sahip olan ülkesi hâline geliriz. Ham madde zengini bir ülke olarak tamamen insansız sistemlere entegre ettiğimiz endüstrilerimizde, istediğimiz her türlü ürünü istediğimiz kadar üretme imkânımız olacaktır. Bu da Türkiye’yi dünyanın en zengin ve en müreffeh ülkelerinden birisi yapacaktır.

Yeterli maden tespit ve çıkarma teknolojilerini geliştirdiğimiz zaman karalarda olduğu kadar denizlerde de madenler çıkarmak bizim için kolay olacaktır. Bugün Türkiye, sahip olduğu kara alanının yarısından daha fazla deniz alanına sahiptir. Bu denizlerde el değmemiş nice madenler yatmaktadır. Dünya yüzeyinin de dörtte üçünün denizlerle kaplı olduğunu ve bu deniz tabanlarının el değmemiş olduğunu hesaba katarsak, şu anki maden kaynaklarının onlarca katını elde etmek bizim için sadece zaman meselesi olacaktır.

Madencilik konusunda en fazla üzerine düşmemiz gereken meselelerden bir tanesi de daha önce bahsettiğimiz “uzay madenciliği” konusudur.

Uzayda özellikle de asteroit kuşağında, dünya üzerinde bugüne kadar çıkartılabilmiş olan madenlerin binlerce hatta milyonlarca katı maden bizi beklemektedir. Eğer hızlı bir uzay ulaşım sistemi icat edebilirsek, bu madenleri alıp Dünya’ya getirip işlemek klasik dünya madenciliğinden çok daha kârlı ve verimli olacaktır.

Uzaydan tutup getirebileceğimiz orta boy bir asteroidin içerisinde bile bugüne kadar Türkiye’de çıkarılabilmiş ve çıkarılabilecek olan bütün madenlerden daha fazla çeşitlilikte ve miktarda maden vardır. Üstelik bunları doğrudan Dünya’ya indirip parçalamamıza da gerek yoktur. Uzaydaki yerçekimsiz ortam sayesinde, bunları kolaylıkla Dünya yörüngesine yerleştirebiliriz ve istediğimiz zaman istediğimiz kadarını buradan alabiliriz.

Maden işleme atölyelerini yörüngemizin üzerine inşa etmek yeryüzünde küçük küçük maden alanlarını tek tek tespit edip buralara inşaat yapmaktan yüzlerce kat daha verimli olacaktır.

Elbette biraz önce söylediğimiz gibi bu konuda yapmamız gereken tek şey verimli ve hızlı bir uzay seyahat sistemi icat etmektir. İnsanlar yaklaşık 150 yıl boyunca pervane teknolojisiyle havacılık alanında ilerlemiştir. Yaklaşık 70 yıldır da roket ve jet teknolojisini kullanmaktayız. Bizler roketleri ve jetleri önümüzdeki bir 70 yıl daha kullanmak istemiyoruz. Hayır. Hem dünyadaki havacılığın geldiği durum hem de kapımıza gelip dayanan uzay çalışmaları, bize roketlerden ve jetlerden çok daha etkili ve verimli yepyeni yöntemlerin icadını mecbur kılıyor.

Bu konuda dünya üzerinde farklı noktalarda çalışan bilim insanları var ve daha şimdiden roketlerden ve jetlerden daha etkili olacak teknolojiler geliştirmeyi başardılar. Bu teknolojilerin kârlı ve kullanılabilir hâle gelmesi sadece zaman meselesidir. Ancak biz Türkler dünyanın çeşitli yerlerindeki bilim insanlarının yaptıkları çalışmaların sonuçlarını bekleyecek değiliz. Bizler de kendi çalışmalarımızı yapmalı ve bu konuda kendi alternatif icatlarımızı üretmeliyiz.

Bir yarışta öne geçmek istiyorsak, kendi bacaklarımızla koşmalıyız.