Bugün Türkiye’de spor çok az miktarda gencin yöneldiği, lüks bir hobi olarak görülüyor.
Yapmamız gereken şey, bu algıyı tamamen değiştirmektir. Eğer sağlıklı, atik, güçlü bir gençlik istiyorsak, ülkedeki her gencin en az bir spor dalı ile ilgilenmesini sağlamalıyız.
Bugün Türkiye’deki gençlerin büyük çoğunluğunda spor denilince akla ara sıra halı sahada futbol oynamak veya maçları izlemek geliyor. Oysa futbol maçı izlemek ve holiganlık yapmak bir spor aktivitesi değildir. Bunun dizi izlemekten hiçbir farkı yoktur.
Eğitim politikaları ile birlikte gençlerimiz küçük yaşlardan itibaren analizlere tabi tutulacağı için hangi gencin hangi alana daha yatkın olduğunu tespit etmek ve bu doğrultuda bir spor alanına yönlendirmek daha kolay olacaktır.
Bugün gençlerimizin büyük çoğunluğu birkaç çeşit spordan başka spor bilmiyor.
Spor, gençler arasında yaygın olmadığı gibi olgun kişiler arasında da pek yaygın değildir. Bugün Türkiye’de fazla kilolu olmak hem erkekler hem de kadınlar açısından büyük sorundur çünkü bu insanlar spora vakit ayırmıyor. Bugün Anadolu’daki herhangi bir şehrin, herhangi bir mahallesine gittiğinizde erkeklerin ve kadınların çoğunun hantal ve göbekli olduğunu görürsünüz.
Fazla kilolar sadece estetik bir problem oluşturmuyor. Aynı zamanda sağlık problemlerine de yol açıyor. Bugün Türkiye’de binlerce insan spor yapmadığı için kalp ve damar hastalıklarından ölüyor. İnsanların çoğu, iki kat merdiven çıktığı zaman soluk soluğa kalıyor.
Sporsuzluk ve hastalıklar, kişinin sadece kendisini değil, gelecek nesilleri de etkiliyor.
Özellikle de kadınların spor yapmayışı yeni nesillerin vücut yapısını doğrudan etkiliyor.
Bir çocuğun genleri yarı yarıya erkekten gelir. Erkek, doğacak çocuğa genlerini verir ancak kadınlar bebeklere hem genlerini hem de insan hücresinin en temel yapı taşlarından olan mitokondriyi veriyor. Bir kadın spor yapmaz ve kendisine iyi bakmazsa mitokondrisi zarar görür ve bu hasarlı mitokondriler doğrudan bebeğe geçer.
Yani bir insanın yapısını oluşturan biyolojik transferler anneden daha baskın gelir ve biz gelecek nesilleri daha sağlıklı olarak görmek istiyorsak, özellikle kadınların spor ve sağlıklı beslenmesine özen göstermemiz gerekir. Kadınlarımızın sağlığını koruyamazsak, gelecek nesillerimizi koruyamayız.
Elbette erkeklerin spor yapması da önemlidir ancak söz konusu gelecek nesillerin sağlığı ise kadınlar düzenli spor yapmaya daha fazla özen göstermelidir.
Bugün gençlerimiz spora özendirilerek yetiştirilmiyor. İlkokul ve liselerdeki sözde “beden eğitimi” dersleri, çocukların tamamen serbest bırakılıp futbol ve voleybol oynamasına, çoğunlukla da vakitlerini boş geçirmesine sebep olmaktadır.
Yapmamız gereken ilk iş, bu beden eğitimi derslerinin sayısını arttırmak bunu yaparken de gayet disiplinli bir şekilde gençleri çok farklı spor alanlarıyla tanıştırmaktır.
Beden eğitimi dersleri, çocukların hâlihazırda mevcut bulunan bütün sporları tek tek deneyimlediği bir ders olmalıdır. Çocuklar bütün sporları tek tek denemeli ve en yatkın oldukları spor alanı öğretmenleri tarafından belirlenmelidir. Yatkın olunan spor alanı belirlendikten sonra bu gençlerin söz konusu spor alanında daha da profesyonelleşmesi sağlanmalıdır.
Tıpkı bir biyoloji dersinin temelde basit ve genel bilgilerle başlayıp daha sonra kapsamını arttırması gibi gençlerimiz bu beden eğitimi derslerinde de yavaş yavaş, yıldan yıla belirli spor alanlarında profesyonelleşmelidir.
Bugün lise mezunu gençlerin yüzde kaçı bir spor dalı ile profesyonel olarak ilgileniyor?
Yüzde kaçı spor alanlarının hemen hemen hepsini deneyimlemiş vaziyette?
Bugün eline bir kere bile tenis raketi almamış ve tenis topuna vurmamış, bir cirit sopasını hedefe atmamış ve bir wingtsun tahtasına yumruk atmamış hâlde liseyi bitiren milyonlarca gencimiz var.
Liseyi bitiren gençlerin kaç tanesi art arda 40 tane şınav veya mekik çekebilir?
Kaç tanesi zorlanmadan 2 kilometre koşabilir?
Eğer bir sağlık problemi yoksa gençlerin bunları aldıkları beden eğitimi dersleri sayesinde gayet rahat bir şekilde yapıyor olması gerekir.
Bu gençlerin çoğu, spor ile harmanlanmış bir eğitim görmediği için hayatlarının geri kalanını da spordan uzak geçiriyorlar. Bu yüzden hantal, zayıf, güçsüz ve dayanıksız oluyorlar.
Bizler çevik, atik, güçlü, estetik ve sağlıklı nesiller istiyoruz. Bu anlamda son derece kapsamlı ve ciddi bir spor politikası gütmeliyiz.
Diğer yandan, sadece bedensel sporlara odaklanmak yetmez.
Bugüne kadar Türkler neden bir tek dünya satranç şampiyonu bile çıkaramadı? Bugün baktığımız zaman dünya satranç şampiyonlarının ve büyük satranç ustalarının çoğu Slav ülkelerinden çıkıyor çünkü bu ülkeler geçmişte satranca önem vermişler. Politikalarını buna göre düzenlemişler.
Sanılanın aksine satranç sadece beyni boşa yormak değildir. Satranç, geleceği tahmin etme üzerine kurulu bir strateji oyunudur. Bugün birçok satranç büyük ustası, başta siyasi gruplar ve uluslararası şirketler olmak üzere birçok kuruma danışmanlık ediyor çünkü strateji geliştirme ve geleceği öngörme konusunda büyük yeteneğe sahipler.
Her yetenekte olduğu gibi strateji geliştirme yeteneği de ancak üzerine gidilip pratik yapıldığı zaman gelişir. Eğer biz çocuklarımıza yeterli eğitimi vermez ve yeterli pratiği sağlamazsak, gençlerimizin yetenekleri körelip gidecektir.
Mental sporlardan bahsedilince akla hemen satranç gelebilir lakin satranç tek başına da yeterli değildir. Bugün özellikle “elektronik spor” konusunda birçok ülkede çığır açılmış vaziyette. Bu sporlar dışarıdan bakıldığı zaman sadece birer bilgisayar oyunu gibi görülebilir lakin esasında arkasında büyük bir stratejik idman yatıyor.
Bir general, harp okulunda senelerce ne için eğitilir? Elindeki imkânları, söz konusu durum içerisinde en iyi şekilde kullanmak ve en iyi şekilde karar vermek için değil mi?
İşte bu elektronik sporlar da tam bu işlevi görüyor. Elektronik spor, gençlerimizin askerî konularda ekonomik konularda ve hayatın hemen hemen her alanda strateji üretilmesi için onların beyinlerini hazırlayacak en temel başlangıçlardan birisidir.
Bu konuya 3 boyutlu sanal gerçeklik teknolojilerini de ekleyip meselenin ne kadar derin olduğunu “eğitim politikaları” kısmında anlatacağız.
Bizler Türk milleti olarak gençlerimizi küçük yaşlardan itibaren ne kadar çok farklı spor dalıyla tanıştırırsak ve bu spor dallarında ne kadar çok idman yapmalarını sağlarsak, dünya çapında başarılı sporcu yetiştirme oranımız da aynı derecede artacaktır.
Bugün spora yeterince önem vermediğimiz hâlde birçok farklı spor dalında dünya şampiyonları çıkarıyoruz ve dünyanın önde gelen ülkelerden birisiyiz. Gelecekte, sporu toplumun her kesimine yaygınlaştırdığımızda dünya çapında nam salmış nice yetenekli sporcular çıkaracağımıza hiç şüphemiz yoktur.
Spor, bu anlamda hem Türkiye’nin adını dünyaya prestijli bir şekilde duyuracak hem gençlerimizin ve toplumumuzun daha sağlıklı, dinamik ve çevik olmasını sağlayacak hem de zihinsel sporla birlikte sayısız farklı alanda kazanç sağlamamızın önünü açacak.
Gençlerimizi en az spor kadar etkileyen bir başka konu da sosyal çevre ve aktivitelerdir. Gençlerimizin çalışkan, dinamik, özgüvenli, kültürlü, geniş görüşe sahip, edepli, ahlaklı, vizyon sahibi ve vatansever gençler olmasını istiyorsak, bunu çevrelerine ve yaptıkları aktivitelerine de yansıtmamız gerekiyor.
Bugün gençler en fazla nerede vakit geçiriyor?
Hayata dair bakış açıları nereden geliyor?
Eskiden gençlerin bilgi kaynakları fazlasıyla sınırlıydı. Ailesinden belli bir Dünya görüşü edinen gençler, hayatının geri kalanını bu dünya görüşü üzerine şekillendiriyordu ve bu dünya görüşü nadiren değişiyordu. Son yıllarda iletişim teknolojilerinin, internetin ve sosyal medyanın hızla gelişimi ile birlikte artık çocuklar ve gençler ailelerinin onlara öğretmek istediği dünya görüşlerinden çok farklı görüşler ile tanışıyorlar. Yani onlar, eskiden olduğu gibi tek bir doğrunun üzerine yaşamaya çalışmıyorlar. Artık önlerinde yüzlerce farklı doğru ve yüzlerce farklı hayat algısı var ve onlar bunlardan kendilerine yakın gördükleri bir tanesini seçip buna göre yaşıyorlar. Dikkat çekici yeni hayat algılarıyla karşılaştıkça da eskilerini değiştirmekten çekinmiyorlar.
Bu sebeple, internetle büyüyen yeni nesil gençlik bugüne kadar var olan nesillerin tamamından farklı olacak ve bugüne kadar yaşamış insan kuşaklarının tamamından daha fazla çeşitli görüşe sahip olacaklar.
Bunun elbette dezavantajları olduğu gibi avantajları da vardır.
Gençler, internet ve sosyal medya sebebiyle çok hızlı bir şekilde yozlaşıp toplumumuzu var eden millî ve manevi değerlerden çok hızlı bir şekilde sapabiliyorlar. Bu gerçekten çok büyük bir sorun. Aileler yeni neslin kendi değerlerini paylaşmadığından sıklıkla şikâyetçi oluyorlar.
Birçok “dinî çevre” gençlerin hızla farklı dinî görüşlere, hatta dinsiz görüşlere kaydığını söylüyor ve bu kaygıların da son derece haklılar.
Sadece dinî olarak değil; kültürel olarak, sosyal olarak, dünya görüşü olarak da gençler birçok farklı alanlara kayıyor. Ancak bu durumun bazı avantajları da var. Mesela yeni nesil, eski nesillerde olduğu gibi hayata tek bir düşünce kalıbı ile bakmıyor. Önlerine sayısız çeşitlilikteki hayat algısı çıkıyor ve bunların hemen hemen hepsini ayrı ayrı değerlendiriyorlar.
Sosyal iletişim araçları sayesinde kendi edindikleri hayat algısından çok farklı hayat algılarını benimseyen insanlarla da karşılaşıyorlar ve sürekli bir etkileşim içerisine giriyorlar. O yüzden gençler çok daha açık bir dünya görüşüne sahip olup çeşitli dünya görüşleri konusunda çok daha fazla bilgiye sahip oluyorlar.
Sosyal iletişim araçları esasında doğru kullanılırsa, insanlık tarihinin gelmiş geçmiş en büyük eğitim aracına dönüşebilirler. Hızlı ve etkili iletişim, bizlere gençleri çok daha hızlı bir şekilde eğitmemize, onların zihin algılarını açmamıza ve bugüne kadar hiçbir neslin sahip olmadığı üstün bir bakış açısı kazandırmamıza imkân sağlayabilir.
Bizim yapmamız gereken şey sosyal iletişim araçlarını ortadan kaldırıp gençleri eski dar kalıpların içerisine sokmak değil, tam aksine gençlere farklı dünya algılarını tanıtabildiğimiz kadar tanıtmalı, hepsini özel olarak öğretmeli hatta bunları tek tek deneyimlemelerini sağlamalıyız. Millî çıkarlarımız doğrultusunda gençleri dünyadaki bütün görüşlere karşı “bağışıklık” kazanmış bir şekilde doğru ve üstün bir bakış açısına sahip kılmalıyız.
Bunu zihinsel bir “aşılama” olarak düşünün.
Tek bir coğrafyada yaşayan ve hiçbir hastalıkla muhatap olmamış bir insan, kendisini doğal olarak sağlıklı görebilir. Ancak hiçbir başlık kazanmadığı için başına yeni bir hastalık geldiğinde vücudu bununla başa çıkamayacaktır. İnternetin etkilerini yeni yeni gören eski neslin, bu teknoloji karşısında dehşete düşmesi bunun en büyük göstergesidir. Oysa sosyal iletişim araçlarının gençlerimize sunduğu sayısız farklı dünya görüşü, onların bütün bu görüşleri tek tek değerlendirmesine ve böylece “eğer doğru yönlendirilirlerse” hepsine birden bağışıklık kazanmasına sebep olur.
Bizler gençlerimizi sosyal iletişim araçlarından asla uzak tutmamalıyız. Tam aksine bu sosyal iletişim araçlarını profesyonelce kullanmalarını, doğru bilgi kaynaklarına ulaşmalarını ve bilgi kaynakları arasından en güvenilir olanını bulma şeklini onlara göstermemiz gerekiyor.
Elbette bazıları geri dönülemez bir şekilde yanlış görüşlere sapacaklardır ancak bu tarihin hangi döneminde olmadı ki? Bu durum her zaman vardı, bugün de var ve gelecekte de olacaktır. Bizim yapmamız gereken şey, bağnaz bir şekilde teknolojiye karşı çıkmak değil, bunu en doğru şekilde kullanmaya ve gençlerimizi bu konuda bilinçlendirmeye çalışmaktır.
Gençlik politikamız, gençlerin teknoloji ile iç içe olduğu ve dünyanın hemen hemen her yerinden gelen çeşitli bilgilerle tanıştığı bir ortam sağlamak olmalıdır.
Buradaki ince çizgi, eskiden olduğu gibi gençleri tek bir görüşe inanmaya baskılamak veya tam tersine onları olabildiğince serbest bırakmak değil, karşılarına çıkan kültürel şoku en doğru şekilde yönetmektir.
Gençlerimizi millî ve manevi değerlerimize, Türk kültürüne ve yüksek insani değerlere saygılı olacak şekilde eğitirken sosyal iletişim araçlarını yoğunlukla kullanmalıyız ve bunu yaparken gençlerin farklı fikirleri de görüp onlara karşı aşılanmasına müsaade etmeliyiz.
Onları tamamen kapatmaya ve kısıtlamaya çalışırsak, gençler farklı görüşleri gördükleri anda üzerinde baskı kurulan her insan gibi doğal olarak bu yeni görüşlerin içerisine dalacaklardır.
Onları olabildiğince serbest bırakmalı ancak bu serbestliğin içerisinde onların zihinlerini doğru dünya görüşüne göre yönlendirmeliyiz. Ayrıca bu sosyal iletişim araçları bugüne kadar elimizde olmayan inanılmaz derecede etkili bir eğitim fırsatını bize sunuyor.
İlk defa bu teknolojiler sayesinde bütün gençlerimizi etkili olarak bir araya getirip, fikirlerini ortaya koymalarını sağlayıp, onlara doğru dünya görüşünü hızlı ve etkili bir biçimde sunabiliriz.
Devlet olarak sosyal iletişim araçlarının kullanılmasını teşvik etmeli hatta kendimiz de yeni sosyal iletişim araçları icat edip bunları piyasaya sürmeliyiz. Eğer yeterince eğlenceli ve ilginç hâle getirirsek, bunu yaparken de insan psikolojisini çok iyi bir şekilde analiz edersek, yeni ortaya çıkaracağımız sosyal iletişim teknolojileri gençler ve bütün toplumlar üzerinde en etkili kozumuz hâline gelecektir.
Gençlerimiz bu sosyal iletişim araçları sayesinde birbirleriyle daha iyi kaynaşacak, daha iyi örgütlenecek ve gitmeleri gereken yolu daha iyi benimseyeceklerdir. Gençlerimize Türklük şuurunu aşılamak, onları edepli, ahlaklı, vizyon sahibi bireyler hâline getirmek için teknolojiden sonuna kadar faydalanmalıyız. Bir mahallede doğup büyüyen ve ömrü boyunca en fazla 40-50 kişiyle muhatap olmuş bir gencin kültür anlayışıyla ve kültüre bakış açısıyla kendisini devasa bir dünyanın parçası olarak gören gençlerin kültür anlayışı ve kültüre bakış açısı tamamen farklı olacaktır.
Çok basit bir örnek verelim:
Kırsal bir kesimde doğup büyümüş ve oranın ahlakıyla yetişmiş bir genç düşünün. Bu genç büyük bir şehre ve geniş bir ortama gittiğinde aynı ahlakını ve aynı dünya görüşünü muhafaza edebilir mi? Elbette zorlanacaktır çünkü karşısına çıkan yeni kültür çok daha büyük, çok daha kapsamlı ve çok daha ilginç gelecektir ona.
Aynı şekilde belirli bir millî kültür ile yetişmiş bir genç, çok daha fazla insan tarafından benimsenmiş çok daha kapsamlı ve ayrıntılı yepyeni bir kültüre –örneğin Batılı ülkelere– gittiği zaman dünyaya bakışı tamamen değişecektir.
Tam da bu sebepten, Batılı ülkelere verdiğimiz beyin göçü, oraya giden insanların büyük bir çoğunluğunun Batılı hayat tarzını benimsemesine sebep oluyor çünkü kendi öz kültürüne kıyasla; yeni tanıştığı, daha açık, daha küresel, daha çeşitli fraksiyonların olduğu yeni yaşam tarzı bu insanlarımıza daha yüce gelmektedir. Esasında Batı kültürü dediğimiz şey, Avrupa’daki ülkelerin kendi millî kültürleridir. Ancak bu kültürü ve hayat tarzını iletişim araçlarıyla, medyayla, filmlerle, dizilerle, tiyatrolarla ve edebi eserlerle o kadar kapsamlı ve geniş bir hâle getirmişlerdir ki tarihin en büyük kültür emperyalizmini hayata geçirip “ideal” gibi algılanan bir küresel kültür yaratmışlardır.
Bizim yapmamız gereken şey, kendi millî kültürümüzü de aynen bu şekilde ideal bir küresel kültür hâline getirmek, gençlerimizi bu kültürün bir parçası yapmak ve bu kültürü dünyaya açarak diğer kültürlere baskın hâle getirmektir. Gençler ancak kendi kültürlerinin küresel ve baskın bir kültür olduğunu görürlerse ve buna inanırlarsa bu kültüre sahip çıkarlar. Aksi hâlde karşılarına çıkan her kültür onları cezbedecektir.
Gençlerimize şahsi öz güvenin yanı sıra kültürel ve millî öz güveni de aşılamalıyız. Bir insanın özgüvenli olabilmesi için kendi sahip olduğu değerlerin başka değerlerle iletişime girmesinden korkmaması gerekir. Bizde sosyal medya araçlarından korkmamalı, gençlerimizin farklı kültürleri tanımasından çekinmemeli, aksine bunu destekleyip sosyal medya araçlarını kendi kültürümüzün yaygınlaşması ve üstünleşmesi için bir araç olarak kullanmalıyız.
Okuyan, seyreden, araştıran, dünyayı tanıyan ve küresel akımları bilen, sayısız farklı dünya görüşünü görmüş ve deneyimlemiş ancak hiç korkmadan kendi kültürünü dünyaya karşı yaşatabilen, sportmen, sağlıklı, ahlaklı, vatansever, bilimi ve teknolojiyi içselleştirmiş, kaliteli eğitim almış, vizyon sahibi Türk gençleri hiç şüphe yok ki geleceğin yüce Türk uygarlığının temellerini atacaklardır.