Atalarımız “Aslan yattığı yerden belli olur,” derken ne kadar da haklılardı. Bir milletin ruhunu anlamak istiyorsanız, o milletin yaşadığı şehirlere bakmanız yeterlidir. Bizler yepyeni bir mimari anlayışıyla, yepyeni teknolojilerle Türkiye’deki şehirleri ve yaşam alanlarını yeniden dizayn etmeli ve geleceğe hazırlamalıyız.
Söz konusu inşaata gelince klasik inşaat teknolojileri ve malzemelerin ne kadar yetersiz olduğunu bahsetmemize gerek yoktur. Klasik beton mimarisi yeterince dayanıklı, esnek, kârlı ve çevreci değildir. Klasik inşaat teknolojileri de son derece eski ve zahmetlidir. Bugün bilim insanları ve teknoloji uzmanları, yavaş yavaş yeni inşaat teknolojileri denemeye başladılar.
Bunların başında üç boyutlu yazıcılar geliyor.
Üç boyutlu yazıcılar denince aklınıza küçük plastik malzemeler üreten oyuncaklar gelebilir. Ancak üç boyutlu yazıcılar gün geçtikçe kapsamını daha da arttırıyor ve kullanım alanları, inşaat teknolojisini de içine alacak şekilde yaygınlaşıyor. İlk denemelerden alınan sonuçlara göre insan eliyle inşaat yapmaktan onlarca kat daha hızlı ve daha kusursuz olduklarını görmüş durumdayız.
Bugün 150 metrekarelik bir villayı klasik yöntemlerle inşa etmek için çok uzun sürelere ve emeğe ihtiyacınız vardır. Bu süreç minimum haftalar almaktadır. Ancak yapılan denemelerde görülüyor ki üç boyutlu inşaat teknolojileri sayesinde böyle bir evi inşa etmek yalnızca birkaç saat sürmektedir.
Bizler geleceğin şehirlerini inşa ederken bu teknolojilerden sonuna kadar faydalanmalı ancak binalarda kullanılacak olan hammaddeleri de özel olarak geliştirmeliyiz. Bugün beton denilen şey, üretim aşamasından kullanım aşamasına kadar son derece yetersiz ve sorunlu bir malzemedir. Bugün dikkat ederseniz, Avrupa’daki gibi gelişmiş ülkelerin hemen hiçbirinde çimento fabrikalarının olmadığını görürsünüz çünkü çimentonun sadece üretim aşaması bile çevreye büyük zarar vermekte ve yaşam alanlarımızı olumsuz etkilemektedir.
Beton, donma süresi sebebiyle inşaat hızını ve zamanını uzatmakta, aynı zamanda düşük dayanıklılığı sebebiyle de depremlerde binaları ayakta tutamamaktadır. Beton o kadar yetersiz bir malzemedir ki tek başına bina inşası için kullanılamaz ve sağlamlaştırmak için içerisine demirler yerleştirilmesi gerekir. Ancak bu bile binaların şiddetli depremlere karşı dayanıklı olmasını garanti etmiyor.
İnsanlar gerçekten dayanıklı binalar yapmak istediklerinde binaların ana sütunlarını betondan değil, doğrudan doğruya çelikten yapıyorlar. İleride madencilik teknolojilerini geliştirdikten sonra yeterli hammaddeye sahip olduğumuzda betonu kullanmayı tamamen bir kenara bırakacağız.
İnşa teknolojilerini geliştirip sağlam hammaddeler kullanarak şehirlerimizi dayanıklı ve modern bir hâle getirdikten sonra odaklanmamız gereken noktalar ulaşım, kargolama ve haberleşme sistemleri olmalıdır.
Ulaşım konusunda bugün dünyanın en ileri teknolojisi “hyperloop” yani Türkçe adıyla “hızyuvar” sistemidir.
İstanbul ve Ankara arası: 17 dakika
İstanbul ve İzmir arası: 15 dakika
Edirne ve Kars arası: 1 Saat 10 dakika
Hayal mi?
Hayır. Hızyuvar teknolojisi ile bu süreler gayet mümkün olacaktır.
Elon Musk’ın tasarladığı, saatte 1200 km hızla giden hızyuvar trenlerinin Amerika’daki prototiplerini ayrıntısıyla inceledik ve daha da geliştirecek sistemler tasarlıyoruz.
Bu sistemi daha da geliştirerek Türkiye’de mutlaka uygulamalıyız. Eğer ulaşım problemini ortadan kaldırıp taşıma maliyetini ve zamanını en aza indirirsek, ekonomi fazlasıyla canlanacaktır. Zira ticarette en önemli maliyetlerden bir tanesi de taşıma maliyetidir.
Hızyuvar teknolojisini basitçe anlatalım: İçerisindeki hava mümkün olduğunca vakumlanmış metrovari tüpler yapılacaktır. Bu tüpler içerisinde elektromanyetik ray sistemi ile kapsüllerin hareket etmesi sağlanacaktır. Kapsüller hava direnci ile karşılaşmayacakları için hızları artacak, hem daha hızlı hem de daha konforlu bir ulaşım sağlanacaktır.
Standart hızlı trenlerle karşılaştırıldığında bu sistemin hız avantajı, ekonomik olarak daha uygun fiyatlarla kullanılmasını ve daha verimli olmasını sağlar.
Bu sistem daha küçük boyutlarla, başka amaçlar için de kullanılabilir. Örneğin, ticaret alanındaki en önemli süreçlerden birisi de kargo sürecidir. Bugün İstanbul’dan bir ürün, Sivas’a kargolanacağı zaman bu yük kamyonlara yüklenip, kara yolu ile iletilmektedir. Bu da günler almaktadır. Şehirler arası inşa edilecek daha küçük boyutlu hızyuvar sistemleri, kargoların saatler hatta dakikalar içinde yerine ulaşmasını sağlayacaktır, üstelik daha güvenli bir şekilde.
İnsanların yaşam alanlarını en konforlu hâle getirmek için teknolojinin en uç noktalarından yararlanmalı ve bununla da kalmayıp bu teknolojileri geliştirmeliyiz. Mesela, Türkiye’deki internet altyapıları ve bunların vatandaşlara sunduğu hız ve maliyet oranı gelişmiş ülkelere kıyasla çok geridedir.
Bugün Japonya’nın internet hızı ortalama olarak 60 mps’nin üzerindedir ve bu hızdaki internetin ortalama fiyatı 0,25 cent civarındadır.
Türkiye’deki internet hızı ise ortalama olarak Japonya’nın 10’da biri kadardır. Bu derece yavaş internetin fiyatı da Japonya’dan minimum 10 kat daha pahalıdır.
İnternet ve iletişim altyapısının hızı ve kalitesi, bir ülkenin gelişmişliğini doğrudan etkiler. Bizler bu altyapıyı geliştirmek, gelişmiş ülkelerin de ötesine çıkarmak zorundayız.
Amerika’da bugün, uzaya gönderilen mini uydular ile dünyanın en hızlı ve en ucuz internet altyapısı (daha doğrusu üstyapısı) gezegen yörüngesinden gelen internet sistemi ile kurulmaktadır.
Biz neden bu gelişmelerden geri kalalım?
Uzay teknolojilerinde daha önce de bahsettiğimiz gelişmeleri yaparak kolaylıkla bu düzeye erişebilir ve hatta daha ötesine de geçebiliriz.
İnsanlarımızın yaşam alanını geliştirirken doğayı da ihmal etmemeliyiz elbette. İnsanoğlu kendi yaşam alanını genişletirken doğadaki canlıların yaşam alanlarını da aynı oranda kısıtlamıştır. Birçok canlı türü tükenme tehlikesi ile baş başa kalmış, birçok canlı türünün ise sayısı inanılmaz ölçüde azalmıştır. Biz ise bu hayvanları, insanlara “sergilemek” için doğal ortamlarından tamamen uzakta “hayvanat bahçeleri” adında hapis tutuyoruz.
Evvela, bu hayvanat bahçelerini tamamen kapatmalıyız.
Yapmamız gereken şey “korunmuş açık hava hayvan yaşam arazileri” inşa etmektir. İnsanların elini kolunu sallayarak giremeyeceği, hayvanların rahatça yaşayıp çoğalacağı, belirli araziler belirlemeliyiz. Bunu yaparken nesli tükenmekte olan ve hatta tükenmiş olan hayvanların da sayısının tekrar artması ve buralarda doğal hayatlarını devam ettirmesi için özel çalışmalar yürütmeliyiz.
Klonlama teknolojisi sayesinde Anadolu’da nesli tükenmiş olan hayvanları yeniden meydana getirebiliriz.
Tarihî kayıtlardan biliyoruz ki birçok vahşi hayvan Türkiye’nin ormanlarında dağlarında ve ovalarında binlerce yıl boyunca yaşamlarını sürdürdü. Ancak biz onları yok ettik. Bu büyük bir suçtur ve bizler hatamızı mutlaka telafi etmeliyiz.
Daha önce Türkiye’de özel bir fil türünün yaşadığını biliyor muydunuz?
1500’lü yıllara kadar Anadolu’da Kafkas bizonlarının yaşadığını biliyor muydunuz?
Tarihî kayıtlarda Antik Yunan topraklarından cesaretini ispat etmek isteyen askerlerin, Anadolu içlerine aslan avlamaya çıktıklarını görüyoruz. Bu durum bilim insanları tarafından da tescillenmiş vaziyette.
Ayrıca Anadolu’da çita, Asya Kaplanı, hubara kuşu, kunduz, alageyik, çizgili sırtlan, Akdeniz foku, dikenli fare, akkuyruklu kartal, bozkır tuygunu, ulu doğan, Anadolu leoparı gibi hayvanların yaşamış olduğu da bilimsel olarak ispatlanmış vaziyette.
Nesli tükenenlerin yanı sıra altın çakal, kurt, Arap tavşanı, kızıl şahin gibi hayvanların da sayıları ciddi oranda azalmış ve tehlikeye girmiş durumda. Bütün bunların sorumlusu yine biziz ve bu durumu düzeltecek olan da yine biziz. Bu saydığımız hayvanların yaşaması için özel olarak belirlenmiş geniş arazileri “korunmuş açık hava hayvan yaşam arazileri” ilan etmeli, insanların buraya girip zarar vermemesi için etrafını çevirmeli ve buraları söz konusu hayvanların en rahat yaşayacağı şekilde dizayn etmeliyiz. Genetik olarak bu hayvanların kayıtlarını tutmalı ve klonlama teknolojisi ile bu hayvanları yeniden çoğaltarak bu alanlara bırakmalıyız.
İnsanlarımız, özellikle de gençlerimiz, vahşi doğayı görmek istiyorsa bu devasa doğal yaşam alanlarına özel gezi araçlarıyla girebilmeli ve safari edasında bu hayvanları doğal ortamlarında incelemelidir. Hatta küçük yaştaki çocuklarımız için bu geziler eğitim sisteminin bir parçası olmalıdır.
Bizler insanoğlu olarak zararı sadece hayvanlara vermedik elbette. Bitkilere de zarar verdik. Eski tarihî kaynaklarda Anadolu’nun baştan başa ormanlarla kaplı olduğu yazar. Ancak bugün İç Anadolu gibi yerlerde araçla saatlerce seyahat etseniz bile bir tek ağaca rastlamayabilirsiniz. Bu durumu da tersine çevirmeli ve ülkemizi baştan başa ağaçlandırmalıyız.
Ancak bunu yaparken nedenini kimsenin bilmediği şu “çam” sevdasından vazgeçmeliyiz. Evet, çam ağacı çok güzel bir ağaçtır. Mutlaka Türkiye’nin birçok yerinde çam ormanları görmek isteriz. Ancak sebepsiz bir şekilde her ağaçlandırma bölgesine çam dikmenin anlamı nedir?
Çam ağaçları, en geç büyüyen ağaçlardan birisidir. Bir bölgeye çam fidanları diktiğiniz zaman onların büyüyüp ağaca dönüşmesi için 20 ila 30 yıl gerekmektedir. Üstelik uzun yıllar boyu milim milim büyüyen bu ağaçlar, herhangi bir yangında baş belası hâline gelebilmektedir. Çam, içinde barındırdığı özü itibari ile tutuşması çok kolay olan ve söndürülmesi aşırı zor olan bir ağaçtır. Bir çam ormanı yandığı zaman bu yangını söndürmek aşırı derecede zordur.
Bizler, tek bir ağaç çeşidine bağlı kalmayıp yüzlerce farklı çeşit ağaçlarla ülkemizi yeşillendirmeliyiz. Hatta ülkemizde bulunmayan güzel ağaç türlerini de getirip buralara dikebiliriz.
Ülkemizin karasal yerlerine özen gösterirken denizlerini de asla ihmal etmemeliyiz. Ülke olarak dünyanın en güzel kıyılarına sahibiz. Dalgıçlık yapanlar bilirler ki denizlerimizin altı da en az üstü kadar zengin ve şahanedir. Karadaki doğal yaşamı korumaya özen gösterdiğimiz kadar denizlerimizi de korumaya özen göstermeli, balıkların neslini tehlikeye atacak avlanma biçimlerine engel olmalıyız.
Balıkçılık önemli bir geçim kaynağıdır ve Türkiye’nin balık tüketimi hayli fazladır. Ancak bunu yaparken balıkların neslini tüketme tehlikesi vardır. Bu hayvanları, özel korunmuş bazı alanlarda çiftlik usulü çoğaltıp yetiştirecek imkân ve teknolojiye sahibiz.
Bu durumu gıda ve tarım politikaları başlığı altında detaylı anlatacağız.
Gençlerimizin doğayı daha iyi tanıması için onları korunmuş açık hava arazilerinde gezdirirken diğer yandan deniz tabanına inşa edeceğimiz özel gözlem alanlarını da ihmal etmemeliyiz.
Bugün dünyanın birçok yerinde ve Türkiye’de devasa akvaryumların altına koruyucu camlardan yapılan bölmeler sayesinde girebiliyoruz ve büyüleyici manzaralara şahit oluyoruz. Bu durum, özellikle de gençlerin ve çocukların hayal âleminde nice kapıların açılmasına sebep oluyor. Aynı sistemi denizlerin altına da kurmak ve deniz yaşamını bizzat yerinde göstermek devlet olarak en önemli görevlerimizden olmalıdır.
Biz doğayı korur ve yaşatırsak, doğa da bizi koruyacak ve yaşatacaktır.