Eğitim belki de dünya üzerindeki en önemli ve en hassas meseledir. Neden mi? Çünkü eğitim demek, bir insanın zihnini ve dolayısıyla bütün hayatını şekillendirmek demektir. Bir insanın zihnini ve hayatını şekillendirmek demek, bütün bir toplumun ve dünyanın kaderini şekillendirmek demektir.
Her şeyden önce bir konuyu iyi anlamak gerek. Bir insanı eğitmeden önce o insanın kim olduğunu ve ne olduğunu tanımanız gerekir. Kim olduğunu ve ne olduğunu bilmediğiniz bir insanı asla ve asla eğitemezsiniz, sadece eğittiğinizi zannedersiniz. Belirli sabit kalıplar oluşturmak ve yeni büyüyen her çocuğu bu sabit kalıplara göre eğitmek, bir ülkenin yapabileceği belki de en büyük yanlıştır çünkü dünya üzerindeki her insanın karakteri tıpkı parmak izi gibi farklıdır. Bunca farklı insanı ve bunca farklı karakteri tek bir eğitim kalıbının içerisine sokmak o insanların genlerinden gelen özellikleri, yetenekleri ve gelecekte yapabileceği muhtemel başarıları yok etmek manasına gelir, tıpkı bir ağacın gövdesi hariç bütün dallarını, yapraklarını ve çiçeklerini, o daha büyümeden budamak, kesmek gibi.
Herkesin bildiği ve her yerde dile getirilen şu örnek son derece doğrudur: Bir maymunu, bir balığı, bir ineği ve bir yılanı “Ağaca en hızlı kim çıkacak?” diye testte sokmak ve ağaca çıkmak üzere eğitmek yapılabilecek en büyük aptallıktır.
Çocuklar doğdukları andan itibaren özel bir aile bakımına sokulmalıdır ve ailelere çocuk yetiştirme konusunda eğitimler verilmelidir. Günümüzde evlenmek için hiçbir şart ve bilgi istenmemektedir. Belli bir yaşı geçen herkes rahatça evlenebilmekte ve toplumun içine karışacak çocuklar büyütmektedir. Peki, sormak gerekiyor; bu evlenen ve gelecekte yeni nesiller ortaya çıkaracak insanlar, bir çocuğun psikolojisinin nasıl yönlendirilmesi gerektiğini biliyorlar mı? Bir çocuğun nasıl beslenip, nasıl büyütülmesi gerektiğini biliyorlar mı? Çocuklara daha bebekken yapılacak hangi davranışların onların karakterleri ve zihinleri üzerinde nasıl etkiler yaratacağından haberdarlar mı? Hayır. Maalesef insanların büyük bir çoğunluğu bu tür bilgilerden yoksundur.
Maalesef çocuklar önce aileleri tarafından, daha sonra da eğitim sistemi tarafından belirli dar kalıpların içerisine sokulup bu kalıplar içerisinde yetiştirilmeye çalışılıyor.
Yeni filizlenmiş bir çiçeğin üzerini bir kalıpla kapatırsanız ne olur? Çiçek belki büyüdükçe o kalıbın şeklini alabilir ancak çiçeğin gerçek görünümü, gerçek yapısı, gerçek güzelliği yok olur. Yeni doğan çocuklara da aynı mantık uygulanıyor ve çocukların gerçek karakterleri, gerçek özellikleri yok ediliyor. Kalıplarla çocuk yetiştirmek, çocukların gelecekteki potansiyellerini büyük ölçüde yok edecektir.
Bu sebeple, çocukları ve gençleri eğitmeyi düşünmeden önce çocuk sahibi olmak isteyen anne ve babaların eğitilmesi gerekiyor. Eğitim politikalarımızda yapmamız gereken ilk şey, bir “aile eğitim sistemi” kurmak ve evlenen her çifte, çocuk yetiştirme konusunda ve aile yürütme konusunda mecburi dersler vermektir.
Bu biraz sert bir tedbir gibi görülebilir. Bugüne kadar evlenmek için hiçbir şarta tabi tutulmayan insanlar, bir anda belirli bir eğitime sokulacak ve bu eğitimi düzgünce almayanların evlenmesine ve çocuk yapmasına izin verilmeyecek. Birçok insan bu ifadeler karşısında dehşete düşer. Ancak mantıklı olup düşündüğümüz zaman bilinçsiz ailelerin ortaya çıkarabileceği çocukların topluma nasıl zararlar verebileceklerini ve hatta kendi hayatları içerisinde nasıl büyük bunalımlar ve buhranlar yaşayabileceklerini kolaylıkla anlayabiliriz. Çözüm için sadece bir eğitimden ibaret olan “zorunluluğu” hiç de baskıcı olarak görmemeliyiz.
Günümüzde, evlenen çiftlerin yarısından çoğu birkaç seneye kalmadan boşanmaktadır. Boşanmış bir çift ne demektir? Evlenen ancak evliliği yürütmeyi bilmeyen, geçinmeyi beceremeyen bir çift demektir. Eğer evlilik öncesi bu eğitim sağlanırsa insan ilişkilerindeki anlayışsızlık azalacak, empati duygusu geliştirilecek ve boşanma oranları minimum seviyeye inecektir.
Boşanmalar, kişilerin aileyi yürütmeyi bilmedikleri, birbirlerini anlamakta güçlük çektikleri ve geçinemedikleri atmosferin sonucudur. Evlenmeden önce çiftlerin insan ilişkileri konusunda erkek ve kadın davranışları konusunda ve çocuk psikolojisi konusunda dersler alması, onların zararına değil, bilakis faydasına olacaktır. Bu dersler, evlendikten sonra karşılıklı olarak anlayışı ve idraki geliştirecek, o ailenin ve yuvanın daha mutlu olmasını sağlayacaktır.
İstatistiklere baktığımızda boşanan ailelerin ezici bir çoğunluğu geride psikolojisi bozuk evlatlar bırakıyor. Boşanma, özellikle küçük çocuklar üzerinde çok ağır psikolojik tahribatlara sebep oluyor.
Hiçbir psikolojik tahribata ve travmaya uğramamış çocukların, mutlu bir aile içerisinde eğitilmesi bile son derece hassas ve önemli bir mesele iken ve üzerine uzun uzun eğitimler alıp uzun uzun çalışılacak bir konu iken bir de bu kötü tabloyu düşünün. Gayet normal bir ailede büyümüş bir çocuğu eğitmek ve onu geleceğe hazırlamak, genlerinde yatan yetenekleri ortaya çıkarmak ve bütün potansiyelini tek tek tespit edip o çocuğu hayata hazırlamak, dünyanın belki de en zor ve en hassas meselesidir. Bozuk bir psikolojiye sahip, travma geçirmiş bir çocuk ise bu meseleden kat kat daha zor ve hassas olacaktır.
Önümüzde böyle bir tablo varken evlilik öncesi zaruri eğitimi “baskıcı” olarak görmek devasa bir yangına sıkılacak suyu “israf” olarak görmekle aynı şeydir. Ortada büyük bir yangın var ve biz bu yangını söndürmek için fazlasıyla su kullanmak mecburiyetindeyiz.
Eğer Türk milletinin geleceğinin çok daha parlak olmasını ve yetişen yeni Türk neslinin çok daha üstün nitelikli, sağlam psikolojiye sahip, mutlu insanlar olmasını istiyorsak o zaruri eğitimi kabullenmeliyiz.
Zaruretimiz gereği, evlenmek isteyen kişiler evlenmeden önce minimum 3 aylığına bir evlilik eğitimine tabi tutulacaktır. Bu evlilik eğitimine çiftler beraberce katılmalı, eğitim süresince uzman psikologlar ve eğitmenlerin gözetimi altında birbirlerini tanımaları ve genel evlilik yürütme incelikleri konusunda uzman terapistlerden ders almalıdırlar. Erkek ve kadın, birbirleri ve evlilikleri konusundaki eğitim bittikten hemen sonra çocuk yetiştirme konusunda da dersler almaya başlamalıdır. Bir çocuğun daha anne karnındayken annenin yediği besinden, soluduğu havadan, hatta ortamda konuşulan sesin tonundan bile etkilenebileceğini sakın aklınızdan çıkarmayın. Bebek, anne karnına düştüğü andan itibaren hem anne hem baba hem de çiftin çevresi, bebeğin sağlıklı bir şekilde doğması için üzerine düşen her şeyi yapmalıdır.
Bebek daha anne karnındayken uzman bilim insanları çocuğun genlerini ve beden yapısını analiz etmeli, her şeyden önce söz konusu riskler ortaya çıkarılmalıdır. Eğer çocukta kronik bir rahatsızlık veya herhangi bir yapısal bozukluk tespit edilirse anında bu çocuğa genetik ve tıbbi terapiler uygulanmalı ve çocuk daha doğmadan mutlaka tedavi edilmelidir. Aynı şekilde çocuk daha doğmadan genleri üzerinde yapılacak analizler sayesinde çocuğun gelecekte olması muhtemel yetenekleri tespit edilmeli ve bu konuda eğitim kurumlarınca hazırlıklara başlanmalıdır.
Çocuk doğduktan sonra anne ve baba, çocuğa karşı yapacakları her bir hareketin, çocuğun psikolojisi ve karakteri üzerinde derin etkiler yapabileceğinin eğitimini önceden almış olduğu için hareketlerini buna göre düzenleyecektir. Çocuğun özgüvenli, meraklı, açık fikirli, araştırmacı, millî kültürümüze ve değerlerimize uygun şekilde ahlaklı, nitelik sahibi, özgür ruhlu bir birey olarak yetiştirilmesine özen gösterilmelidir.
Çocuk büyüdükçe etrafını tanımaya ve dünyadan aldığı etkilere karşı tepkiler geliştirmeye başlayacaktır. İşte tam da bu noktada eğitim ve bu eğitimin ayrılmaz bir parçası olan “test” işlemi başlıyor. Şimdi burada eğitim ve “test” başlıyor dediğimizde, bu eğitim ve testi geçmiş eğitim sistemimizdeki gibi zannedenler dehşete düşecektir ve daha emekleme aşamasında ki bir çocuğun önüne beş şıklı testler koyacağımızı zannedecektir.
Hayır.
Kesinlikle ve kesinlikle hayır.
Psikoloji bilimi, bize bir insanın belirli zekâ türlerindeki gelişmişlik seviyesini ve yeteneğini ortaya çıkartabilecek son derece eğlenceli ve merak uyandırıcı testler sağlamaktadır.
İstisnasız bütün çocuklar oyun oynamayı severler. Biz de çocuklarımıza bütün bu eğitim ve test süreçlerini bir oyun olarak sunacağız. Çocuklar aynen doğal büyüme evresindeki gibi son derece eğlenceli oyunları oynamaya devam edecekler. Biz de devlet olarak çocuğun oynadığı oyunları, bu oyunlara verdiği tepkileri ve düşünce biçimini analiz ederek o çocuğun muhtemel yeteneklerini anlamaya çalışacağız.
Sanılanın aksine zekâ sadece IQ testi ile ortaya çıkarılabilecek bir şey değildir.
Bugün uzman psikologlar birçok farklı zekâ çeşidi tanımlamıştır:
Sözel ve Dilsel Zekâ
Mantıksal ve Matematiksel Zekâ
Görsel ve Mekânsal Zekâ
Bedensel ve Kinestetik Zekâ
Müziksel ve Ritmik Zekâ
Kişisel ve İçsel Zekâ
Kişilerarası ve Sosyal Zekâ
Doğasal Zekâ
Varoluşsal Zekâ
IQ seviyesi, bu zekâ türlerinden sadece mantıksal ve matematiksel zekâyı ölçmek için kullanılan yöntemlerden bir tanesidir.
Bizler, özel hazırlanmış oyunlar sayesinde, bu çocukların hangi zekâ türlerinde ne kadar gelişmiş olduklarını tespit etmeli ve bu verileri genetik analizcilerin sonuçları ile birleştirip önümüze koymalıyız.
Çocuğun genlerinde var olan özellikler ve büyüdükçe ortaya koyduğu zekâ çeşitleri bağlamındaki özellikler, bize bu çocuğun büyüdüğünde hangi alana daha yatkın olacağı, hangi işi daha çok seveceği ve hangi işte daha başarılı olacağının ipuçlarını verecektir. Çocuklar büyüdükçe oyunların kapsamı, dolayısıyla testlerin ve analizlerin kapsamları da genişletilecek, çocuklar yavaş yavaş genlerinde yatan alanlara doğru yönlendirileceklerdir.
Burada yanlış anlaşılmaması gereken çok önemli bir nokta var.
Çocukları küçüklükten itibaren önceden belirlenmiş olan bir alana yönlendirmek ile çocuğu küçüklükten itibaren analiz ederek onun en çok yatkın olduğu ve sevdiği alana yönlendirmek arasında çok büyük fark vardır. Burada eğitim politikalarının yapması gereken şey çocuğu önceden belirlenmiş olan bir alana yönlendirmek değildir. Çocuğun ne olduğunu anlamak, neyi sevdiğini ve hangi konuda başarılı olabileceğini en hassas testlerle öğrenmek ve çocuğun bu yolda yürümesi için gerekli imkânları sağlamaktır.
Çocuklar, yaşları ilerledikçe ve yetenekli oldukları alanlar netleştikçe bu alanlarda daha kapsamlı ve daha özel eğitimler almaya başlayacaklar. Örneğin bir çocuğun küçüklüğünde son derece meraklı, araştırmacı ve maceraperest bir kişiliğe sahip olduğunu anladık diyelim. O çocuğu çeşitli eğitimlere ve çeşitli maceralara soktukça çeşitli oyunlarla hangi alanlara daha çok merak duyduğunu ve hangi alanlardan daha fazla zevk aldığını tespit ediyoruz. Sonra bakıyoruz ki çocuk, gizlenmiş ve hiç kimsenin bilmediği bazı şeyleri ortaya çıkarmaktan özel olarak zevk alıyor ve bu konuda üstün bir yeteneği var. Bu çocuğa bu alanda kendini geliştirmesi için eğitimler veriyoruz, onun bu yeteneğinin üzerine gidiyoruz ve bu işi daha profesyonel yapması için onu yönlendiriyoruz. Daha sonra yavaş yavaş ortaya çıkıyor ki bu çocuk araştırdığı ve üzerine çalıştığı alanlardan en fazla arkeolojik buluntular keşfetmekten zevk alıyor.
Yani daha çocukluğunda genel bir merak ve oyun ile başlayan bir süreç, yıllar geçtikçe onun iyi eğitimli, işini seven ve son derece başarılı bir arkeolog olması ile sonuçlanıyor. Eğitimin ilerleyen aşamalarında paleontolog mu yoksa Antik Çağ arkeoloğu mu olacağı netleşiyor ve profesyonel işine başlıyor.
İşte eğitim sistemimizin özü bu olacaktır: Aşama aşama, önce çocuğu tanıma, oyunlarla zekâsını anlama, genetik analizlerin yardımıyla ve bu oyunlardan elde edilen sonuçlarla yıllar içinde yeteneklerini genel alanlardan özel alanlara indirgeme ve sonuç olarak o çocuğun yapabileceği en iyi işin bulunması; çocuğa söz konusu iş hakkında profesyonel eğitim verme ve eğitim bittiğinde çalışma alanı sunulması…
Hiç şüphe yok ki böyle bir eğitim sisteminden geçerek arkeolog olan biri, dünyanın en başarılı ve en mutlu arkeologlarından olacaktır.
Böyle bir eğitim sisteminden geçen bütün çocuklar, içlerinde yatan doğal yetenekleri ortaya çıkaracak ve büyüdüklerinde en başarılı olabilecekleri alanlarda severek işlerini yapacaklar ve herkes yaptığı işte en iyi olacaktır.
İnsanın gerçek potansiyelini ortaya çıkarabilecek gerçek eğitim sistemi budur.
Bu eğitim sistemini geleneksel yöntemlerle yapmak mümkün değildir çünkü her doğan çocuk için ayrı ayrı bu kadar çok bilginin işlenmesi ve sonuçların ortaya konması klasik yöntemlerle imkânsızdır. Türkiye’de bu kadar çok çocuğun bu kadar çok davranışını, bu derece hassasiyetle test edecek ve bunların sonuçlarını hassasiyetle değerlendirecek sayıda ve yeterlilikte öğretmene sahip değiliz.
Burada bizim en büyük yardımcımız şüphesiz ki limitli yapay zekâ teknolojileri olacaktır.
Yapay zekâ, veri analiz etme ve derin öğrenme yeteneği sayesinde çocukların yaptığı en küçük hareketleri bile kayıt altına alacak, analize tabi tutacak ve hiçbir şeyi gözden kaçırmayacaktır.
Burada testlerden ve oyunlardan bahsederken sadece el yordamı ile yapılan karışık oyunlardan bahsetmiyoruz. Teknolojiden mümkün olduğunca ileri düzeyde faydalanmalıyız. Çocuklarımızı üç boyutlu sanal gerçeklik içerisindeki gerçekçi oyunların içerisine sokmalı, hem eğitip hem de eğlendirmeliyiz.
Bugün birçok aile, oyun oynamak isteyen çocukların önüne interneti bilinçsizce bırakıp gitmekte, çocuklar kendi kendilerine rastgele buldukları oyunları oynarken bir yaramazlık yaptıklarında onların elinden ceza olarak bu oyunları almaktadır. Ancak unutulan mesele şudur ki çocuklar için her şey bir oyundan ibarettir. Siz çocukların önüne oynaması için oyunlar koyup da daha sonra ceza olarak onları kısıtlarsanız, çocukların genel olarak hayatını kısıtlamış olursunuz.
Çocukları teknolojiden “zararları” sebebiyle uzak tutup daha basit bir hayata çekmeniz onlara yapılan bir iyilik değildir. Burada esas mesele çocukları teknolojiden uzak tutmak değil, onlara fayda edinecekleri teknolojiler vermektir. Elbette burada çocukların sürekli ekran önünde veya sanal gerçeklik içerisinde, sanal bir dünyada yaşamalarından bahsetmiyoruz. Çocuklar bazen sanal gerçekliğin içerisinde veya ekran önünde oyun oynayabilir ancak oyunlar sadece zihinle de oynanmaz. İşin içerisine bedensel oyunlar da girmelidir. Çocuklarımız özellikle doğal ortamların içerisindeki yeşil alanlarda bedensel oyun ve spor faaliyetlerini sıklıkla yapmalıdır.
Bedensel oyunlar çocukların gelişimi için olmazsa olmazdır. Ayrıca yapay zekâ, analizlerini sadece sanal dünyanın içerisinde de yapmaz. Bir çocuk ormanın içerisinde oyun oynarken de onun yaptığı hareketleri analizi etme yeteneğine sahiptir. Önemli olan sadece verilerin yapay zekâya ulaştırılmasıdır.
Bugün, oyun oynayan bir çocuk grubunun videosunu izlediğinizde o çocukların zihninde yatan davranış psikolojileri hakkında çok şey göremeyebilirsiniz. Ancak yapay zekâ, yapılan en ufak bir mimik hareketinin bile analizini kusursuz şekilde yapacaktır.
Sağlıklı beslenen, son derece zevkli oyunlar oynayan, profesyonelce eğitim alan, hiç haberi yokken bütün özellikleri analiz edilen ve en sevdiği alanlara yönlendirilen gençler, geleceğin yüce Türk uygarlığının kurulmasına öncülük edecekler ve bu uygarlığı en ileri noktalara taşıyacaklardır.
Çocuklarımızı ve gençlerimizi yetenekli oldukları alanlara yönlendirirken diğer taraftan da hayatın geneli hakkında bilgiler vermeliyiz ve bunları en etkili şekilde onlara öğretmeliyiz.
Millî kültürümüze uygun olacak şekilde insan ilişkilerinden tutun da davranış biçimlerine ve hayat algılarına varıncaya kadar onları şuurlu, saygılı, edepli, ahlaklı, bilinçli ve kaliteli insanlar olarak eğitmeliyiz. Yeteneklerini ortaya çıkarıp hayat boyu en iyi oldukları işte çalışan, başarılı ve mutlu insanlar hâline getirmeliyiz. Aksi hâlde hayat bir trajediden ibaret olacaktır.