KÜLTÜR VE TURİZM POLİTİKALARI

Tanıtım

Bir ülkenin kültürünü yaşatmak, geliştirmek ve turistik alanlarıyla birlikte bütün bir ülkeyi sanki güzel bir ürünün reklamını yaparcasına dünyaya tanıtmak, o ülkenin hem kendisi için faydalı olacak hem de dünyanın o ülkeye bakış açısını değiştirecektir.

Kültür konusundaki en büyük eksiğimiz, görsel medya aracılığıyla dünyaya ve ülkemize yeterince etki edemememizdir.

Bugün Türkiye’de yayınlanan film ve diziler, millî kültürümüzü ne derece temsil edip nereye doğru yönlendirmektedir? Dünyaya yayılan söz konusu yayınlar bizi ne kadar iyi tanıtmaktadır?

Bugün baktığımız zaman dünyanın en iyi bilim kurgu filmlerini Türkler yapmıyor. En iyi aksiyon filmlerini Türkler yapmıyor. Birkaç istisna yayını saymazsak ülke olarak sadece aşk dizilerini çekebiliyoruz. Bu diziler de millî kültürümüzü yansıtmadığı gibi hiçbir yaratıcılık da barındırmıyor. Teknokrat Bakanlık Konseyi’nin bu konudaki ana politikası, hiçbir masraftan kaçınmayan bir propaganda merkezi olarak çalışmak olmalıdır. Hem yurt içinde hem de yurt dışında insanların düşünce dünyalarına şekil verecek; kaliteli, yaratıcı, etkili yayınlar yapmalıyız.

Örneğin, Türkiye’nin uluslararası alanda en fazla suçlamaya maruz kaldığı konu 1915 Ermeni olaylarıdır. Bu konuda Ermeni diasporası harıl harıl çalışıp uluslararası arenayı ve halkların zihinlerini yönlendirirken biz ne yapıyoruz? Yaptığımız işler çoğunlukla yurt içinde kendi kendimize yayınladığımız itirazlar oluyor. Kendi kendimize bağırıp çağırıyoruz. Uluslararası alanda bu konuda yaptığımız, kitlelerin zihnine etki eden hiçbir çalışma yok.

Bugün baktığımızda toplayabildiği maksimum ordu birkaç bin kişiden ibaret olan, sandallarla sağa sola saldırıp küçük çaplı yağmalar yapmaktan başka hiçbir aktivitesi olmayan Vikingler hakkında bile uluslararası toplumun zihnini etkileyen sayısız yayın vardır. Yahudiler, 2. Dünya Savaşı’nın Yahudiler üzerindeki etkisini anlatan sayısız yayın yaptılar. İngilizler 1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı topraklarında yaşayan Arapları nasıl kışkırtıp buraları nasıl darmadağın ettiklerini film, dizi ve yayınlara konu edip bunu büyük bir marifetmiş gibi dünyaya gösterdiler. Bugün Türkler haricinde her kim Lawrence adını duyarsa içinde saygı ve hayranlık duyguları beliriyor. Bütün bu algıyı yaratan İngilizlerin başarılı propaganda çalışmalarıdır. Peki, biz Ermeni meselesinde böyle bir propaganda yaptık mı?

40 yıldır mücadele ettiğimiz PKK konusunda böyle propagandalar yaptık mı?

Amerika, Vietnam’daki yüz kızartıcı macerasını yüzlerce kez filmlere dökmüş ve dünyanın zihninde gerçeğin kendisinden çok farklı bir portre yaratmıştır. Ancak biz 40 yıllık terörle mücadelemizi, sınırımızın 40 kilometre ötesine bile anlatamadık.

Birazcık film kültürü olan bir Çinliye Lawrence hakkında soru sorsanız hemen size olumlu bir şeyler söyler. Peki, bir Avustralyalıya veya bir Brezilyalıya PKK mücadelesi hakkında soru sorsanız ne cevap alırsınız?

Muhtemelen haritada Türkiye’nin yerini bile gösteremezler.

Bugün baktığımızda İngiltere’den, Norveç’ten, Çin’den bile PKK saflarına katılanlar olduğunu görüyoruz. Neden? Bugün Avrupa’da birçok ülkede insanlar PKK mücadelesini bir özgürlük mücadelesi olarak görüyorlar çünkü daha önce bunun propagandasına defalarca maruz kalmışlar.

Biz 40 yıllık terörle mücadelemizde nice kahramanlar çıkarıp ne büyük yiğitliklerle savaşmamıza rağmen bu konuda uluslararası alanda bilinen bir tek film bile yapmadık. Bunları dünyaya anlatmadık.

Amerikalılar, olmayan gerçekler üzerinden uydurma kahramanlar yaratıp bunların filmleri ile herkesin aklına girerler. Kendi kültürlerinin de vizyonlarının da propagandasını yaparlar. Uydurma bir kahraman, bir filmde Orta Doğu’ya demokrasi götürür mesela ya da soğuk savaş zamanındaki düşman komünistlerin hain oyunlarını bozar. Biz ise zaten hâlihazırda var olan kahramanlarımızın, gerçek öykülerini bile anlatmaktan uzak durmuşuz.

Bu durumu kabul etmek mümkün değildir.

Derhâl bu alanlarda çalışmalar yapmalı ve gerçekten dünya standartlarının üzerinde kaliteli yapımlar yapmalıyız. Bu kitabın ilk kısımlarında çok kısıtlı da olsa Türk tarihinden bahsettik. Dünya üzerinde bu kadar büyük ve haşmetli bir tarihe sahip olan başka hiçbir millet yoktur. Doğru düzgün tarihi olmayan milletler bile uydurarak da olsa tarihlerini tanıtıyorlar. Biz ise bu konuda tamamen gerideyiz. Devlet olarak en yetenekli film yapımcılarını ve en yetenekli senaristleri, en kapsamlı prodüksiyonlarla bir araya getirip insanların ömür boyu akıllarına kazınacak yapımlar yapmalıyız.

Bu yapımlar hem millî kültürümüzü yurt içinde koruyup geliştirmeli hem de yurt dışında bizim silahsız ordularımız olarak insanların zihinlerini fethetmelidir. Görsel propaganda yapılırken teknolojinin en ileri noktalarının kullanılmasına da özen göstermeliyiz. Özellikle de üç boyutlu sanal gerçeklik ve hologram teknolojilerinde önder olmalıyız. Bugün efekt teknolojisi öyle bir noktaya geldi ki artık tasarımlar gerçekten ayırt edilemez hâle geliyor. Bunu sanal gerçekliğe ve hologram teknolojilerine entegre edersek, yaptığımız yapımların etkileyiciliğini daha da arttırırız. İşin senaryo ve yetenek kısmına hâkim olduğumuz kadar teknolojik donanım kısmına da hâkim olmalıyız.

Turizm

Şu an Türkiye yıllık ortalama 35 milyar dolar turizm gelirine sahip. Bu çok ciddi bir rakam ancak bunu daha da arttırmak bizim elimizde. Bugün baktığımızda İspanya yaklaşık 100 milyar dolar turizm geliri elde ediyor. Fransa 90 milyar dolar turizm geliri elde ediyor. Bizim kültürel ve tarihî miraslarımız, turizm kapasitelerimiz bu ülkelerden daha mı az?

Bunların yanında çok ilginç başka bir istatistik daha paylaşalım. Amerika’nın yıllık turizm geliri yaklaşık 250 milyar dolardır. Türkiye’nin 7 katından daha fazla. Hemen akıllara şöyle bir soru geliyor: Dünyanın en güzel sahilleri Amerika’da mı? Hayır. Dünyanın en muhteşem tarihî mirasları Amerika’da mı? Hayır. En güzel oteller, en güzel müzeler, en harika mimarî yapılar Amerika’da mı? Hayır. Amerika dünyanın en muhteşem doğal güzelliklerine mi sahip? Hayır.

Peki, neden Amerika açık ara en fazla turizm gelirine sahip?

Sebebi çok basit. Elbette ki propaganda sayesinde.

Amerika Birleşik Devletleri tartışmasız bir şekilde dünyanın en iyi işleyen propaganda sistemine sahiptir. Film ve dizi sektöründe dünyanın tamamının ilerisindedir.

Filmlerden, dizilerden ve hemen her alandaki tanıtımlardan Amerika’yı görenler orayı bir cennet zannediyorlar ve oraya gitmek için can atıyorlar. Bizler Amerika’dan da diğer Avrupa ülkelerinden de çok daha güzel doğa harikalarına ve tarihî mirasa sahibiz. Eğer bunları iyi değerlendirebilirsek, rahatlıkla Türkiye’yi bir turizm cenneti hâline getirebilir, yıllık minimum 250-300 milyar dolarlık bir gelir elde edebiliriz. Hatta daha da fazlasını…

Yapmamız gereken ilk şey millî bir sembol yaratmaktır.

Şimdi düşünün, “Amerika” denince aklınıza ilk gelen şey nedir? Muhtemelen gözünüzde Özgürlük Anıtı canlanacaktır. Fransa denince aklınıza Eyfel Kulesi gelir. Hindistan denince Tac Mahal, Almanya denince Brandenburg Kapısı, Rusya denince Kremlin Duvarları akla gelir. İsimlerini bilmeseniz bile görüntü olarak kesinlikle gözünüzde bu semboller canlanır.

Ülkeler, insanların zihninde sembollerle ve algılarla şekillenmektedir.

Yurt dışına çıktığınızda ve Türkiye’den bahsettiğinizde yabancı birisinin aklına ne geliyor? Bizim millî bir anıtımız, devasa bir sembolümüz, akıllara kazınacak bir simgemiz var mı?

Türkiye’de yaşayan bir insan olarak bu soruya hemen İstanbul’daki köprüleri veya Ayasofya Camii’ni örnek verebilirsiniz. Ankara’da yaşamışsanız Atakule sizin için önemli bir sembol olabilir.

Ancak yabancı bir ülkede yaşayan bir insan için bunlar insanın aklına kazanacak etkili millî semboller değildir. Bizim, dünyadaki hiçbir şeye benzemeyen, sadece Türkiye’de olan ve görüldüğü zaman akla direkt Türkiye’nin geleceği, anıt şeklinde bir millî sembole ihtiyacımız var.

Bu konuda çeşitli araştırmalar yapılabilir, yarışmalar düzenlenebilir ve birçok farklı alternatif senaryo üzerinde durulabilir. Örneğin boğazların girişine, denizin üzerinde yükselen devasa boyutlarda eli kılıcının üzerinde duran bir Fatih heykeli yapılabilir.

Tıpkı Antik Rodos Anıtı veya Özgürlük Heykeli gibi.

Bu sembol bir bina da olabilir, bir anıt da olabilir. Ancak önemli olan son derece haşmetli görünmesi, devasa boyutlarda olması ve dünya üzerinde başka hiçbir şeye benzememesidir.

Sembol meselesini hallettikten sonra bu sembolün etrafında daha başka algılar da yaratmamız gerekiyor. Türkiye denince akla sadece kebap geliyorsa bu bilinçaltında Türkiye’yi hızlı bir yemekle özdeş hâle getirecektir. Hayır, bizim isteyeceğimiz en son şey Türkiye’nin yabancıların bilinçaltında yemeği çağrıştırması olacaktır.

Elbette bizler mutfağımızı dünyaya tanıtıp muhteşem yemek kültürümüzle de onları etkileyebilmeliyiz. Bahsettiğimiz şey bu değil, yanlış anlaşılmasın. Bizler Türk mutfağı olarak belki de dünyanın en geniş, en derin ve en saygı duyulası mutfağına sahibiz.

Eğer Türk aşçıları sır saklama huylarını bırakıp Türkiye’ye özgü yemekleri dünyaya açmaya karar verirlerse –ki vermeleri gerekir– bunu da başarılı bir propagandayla bütün dünyaya tanıtırsak, dünyanın en büyük ve en geniş restoran zincirlerini kurabiliriz ve bu Türkiye algısı açısından son derece faydalı olacaktır.

Ancak bahsettiğimiz şey bu değil. Bu zaten yapılması gereken bir şeydir ve biz sadece yemekten ibaret değiliz.

Türkiye olarak her şeyden önce saygı istiyoruz.

Türkiye denilince insanların bilinçaltında devasa bir saygı duygusu uyanması gerekiyor. Bu saygı duygusunu kazandırmak için onların zihinlerine bizim muhteşem tarihimizi, muhteşem kahramanlıklarımızı sokmalı ve Türkiye’yi dünyanın en onurlu, en mücadeleci, kahraman insanlarının yaşadığı ülke olarak tanıtmalıyız.

Türk denince akla estetik, güzel, zeki yiğit, maceraperest, eşsiz değerdeki insan algısı gelmelidir. Bir taraftan dünyaya karşı böyle bir Türk ve Türkiye portresi çizerken, bir taraftan kendi ülkemizin içerisini de güzelleştirmeli ve geliştirmeliyiz. Tertemiz ve bakımlı şehirlerimiz, sağlıklı ve bakımlı insanlarımız, zeki ve kültürlü gençlerimiz olmalıdır.

Amerikan örneğinde olduğu gibi dizilerden ve filmlerden izlediğimiz portre ile gerçekler birbirinin zıttı olmamalıdır. Aksine dünyanın diğer milletleri, dizilerden ve filmlerden edindikleri Türkiye algısını, Türkiye’ye geldiklerinde pekiştirmeliler ve Türklere duyulan saygıları, Türkleri tanıdıkça daha da artmalıdır.

Unutmayın, her kim olursa olsun dünya üzerindeki bütün insanlar hayata algılarla bakar. Algılar insanların zihnindeki tek gerçektir ve bizler bu gerçeği elimize almalıyız.